Ana içeriğe atla

Bari Kendine Dürüst Ol!

Bir karar verirken içten içe bildiğin halde, kendi kendini kandırmaya çalıştığını fark ettin mi? Ya da yapmak istediğin bir şeyi "Şartlar uygun değil" diyerek erteledin mi? (Ben sürekli bunu yapıyorum ya şartlar uygun değil ya da bla bla bla...) 
Oysa asıl sebep korkular, harekete geçmek için motivasyondur. Birde tabi ki her şey hakkında yalan yanlış,  karşısındakini düşünmeden amaçsızca yapılan yorumlar var. İşte bu yüzden kendimize çoğu zaman dürüst olamıyoruz.  Çünkü bu gerçekler konfor alanımızı sarsar.
Kimseden kötü yorum duymak istemeyiz, yargılanmak istemeyiz. (Boş konuşan çok fazla insan var farkındayım. Dalga geçtiklerini sanan küçücük beyinlere sahipler .) Kendimize dürüst olmak yerine bahanelere sığınırız.  Ancak ne kadar kaçarsak kaçalım,  iç sesimiz bizi en savunmasız anımızda yakalayıverir. 

Neden Kendimizi Kandırıyoruz?
Psikologlar, insanların kendilerini kandırmalarının altında birçok nedenin yattığını söylüyor. Bunlardan biri bilişsel çelişki (cognitive dissonance). Bu kavram, yapmak istediklerimizle gerçekler arasındaki çelişkiyi gidermek için kendimize hikâyeler uydurduğumuzu söylüyor. Örneğin, sağlıklı beslenmek istediğini söylüyorsun ama akşamları abur cubura saldırıyorsun. “Bugün çok yoruldum, bunu hak ettim” diyerek durumu meşrulaştırıyorsun. Aslında mesele, gerçekten yorulmuş olman değil; kendinle yüzleşmek istememen.

Başka bir neden de toplumsal beklentiler. Toplumun senden beklediği "ideal" insan olmaya çalışırken, kendi isteklerini bastırıyorsun. Mesela, gerçekten sevdiğin bir mesleği yapmak yerine, "Ailem üzülmesin" diye istemediğin bir kariyere yöneliyorsun. Oysa geceleri içini kemiren o boşluk, senin kendine bile itiraf edemediğin gerçeği fısıldıyor: Mutlu değilsin.
Birey olarak kendimizi kandırmak ne kadar yaygınsa, toplum olarak yüzleşmekten kaçmak da o kadar normalleşmiş durumda. Tarih boyunca birçok toplum, kendi hatalarıyla yüzleşmek yerine suçlayacak birilerini aradı. Savaşlar, ekonomik krizler, toplumsal çöküşler… Çoğu zaman asıl sorunla yüzleşmek yerine, "Dış güçler", "Şu parti", "Bu grup" gibi hedefler bulduk. Oysa belki de en büyük eksikliğimiz, kendi yanlışlarımızı görememek.

Türkiye’de de sıkça karşılaştığımız bir durum bu. Eğitim sisteminden ekonomiye, bireysel özgürlüklerden adalet anlayışına kadar pek çok alanda sorunlarımız var. Ancak çoğu zaman bunların sorumluluğunu birey olarak üstlenmek yerine, kolayca suçu başkalarına atıyoruz. “Biz zaten böyleydik”, “Düzelmez bu ülke” gibi cümleler, aslında yüzleşmekten kaçmanın en rahat yolu. Çünkü gerçeklerle yüzleşmek, değişim gerektirir ve değişim konfor alanımızı bozar.
Oysa bazı toplumlar, hatalarıyla yüzleşmeyi seçtiler. Örneğin, Almanya İkinci Dünya Savaşı sonrası tarihindeki karanlık sayfalarla yüzleşti ve bugün demokratik bir yapıya sahip. Güney Afrika, Nelson Mandela liderliğinde "Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu" ile geçmişiyle hesaplaştı. Peki biz, hangi noktada duruyoruz?

Ve Sonunda Aynaya Baktığında…

Bunca yüzleşmeden sonra dönelim bireysel olana. Bugünlerde herkes sosyal medyada kendini en iyi versiyonuyla sunmaya çalışıyor. Mükemmel hayatlar, kusursuz bedenler, harika ilişkiler…
Işıklar kapandığında, dikkatini dağıtacak hiçbir şey kalmadığında, kendi düşüncelerinle baş başa kalırsın. İşte o an, en dürüst halinle karşılaşma vaktidir.

Ne kadar ertelersen ertele, gerçekler hep orada olacak. Ve bir gün şu klasik cümleyi gerçekleşirken bulabilirsin , "Her şeyden kaçabilsen bile kendinden kaçamazsın. " 
Öneriler Bölümü ;
1. "Yalnızız" - Zülfü Livaneli

Bu kitap, bireysel yalnızlıkla birlikte toplumsal bir eleştiriyi de derinlemesine işler. İnsanların kendi kimlikleriyle yüzleşme sürecini ve toplumun dayattığı kalıplarla mücadeleyi anlatır.

2. "Büyük Umutlar" - Charles Dickens

Bu klasik roman, bireysel umutlar, hayal kırıklıkları ve toplumdaki sınıf farklarını sorgulayan bir hikâyeyi sunar. Başkahraman Pip’in kendi kimliğiyle yüzleşme süreci, onun içsel çatışmalarını ve toplumsal baskılara karşı duruşunu irdeler.

3. "Huzursuzluk" - Zadie Smith

Zadie Smith’in bu romanı, hem bireysel hem de toplumsal yüzleşmeleri ele alır. Birçok karakterin kendi kimlikleriyle ve toplumla olan ilişkilerini sorguladığı bu kitap, kimlik, aidiyet ve geçmişle hesaplaşma temalarını işler.

Filmler
1. The Truman Show (1998)

Truman Burbank, mükemmel görünen hayatının aslında başkaları tarafından yönetildiğini fark ettiğinde, kendi gerçeğiyle yüzleşmek zorunda kalır. Kendimize sorduğumuz en büyük sorulardan birini işler: Gerçekten yaşadığımız hayat bize mi ait?

Sevgiler...











Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

AHLAKİ GÖRECELİK (1)

 Öncelikle Merhaba; Beni bu Blogger sayfasını açmaya ve yazmaya iten ve artık bir şekilde içimdeki ve aklımdaki düşünceleri atmak, paylaşmak yalnız olmadığımı bilmek, içimden geçen bu duyguları sadece benim hissetmediğimi bilmek için açmış bulunuyorum. Bir şekilde birşeyler yapmam ve paylaşmam gerekiyordu. Çünkü çevremdeki insanların bu kadar tepkisizligine ve kayıtsızlığına dayanamıyorum.Toplumsal olaylar, günlük yaşamdaki karşılaştığımız fakat herkesle paylaşamadigimiz haksızlık ve insanların davranışları hakkında aslında kafama esen hersey hakkında yazmak istiyorum. Bu blogta öyle edebi şeyler bulamayacaksaniz. Bu blogta yaşayan normal bir insanın düşüncelerini bulacaksınız. Neden kayıtsız kalıyoruz etrafımıza karşı?  Araştırdım, psikolojide bunu yeri neresidir?  Pek çok yazı okudum. Travmalar, stres bozuklukları ve pek çok şeyin sonucunda "şizoid kişilik bozukluğu " olarak karşıma çıktı.Nedir bu şizoid kişilik bozukluğu? Kısaca açıklamam gerekirse; duygusal soğukluk, ...

Gökyüzünden Gelen Hazinenin Hikayesi (Toplanın Altın 'ın hikayesini anlatacağım size) (5)

Milyarlarca yıl önce, sessiz bir evrende  , iki devasa nötron yıldızı birbirine yaklaşmaya başladı.( Yazarken heyecanlandım 😆) Her biri, yıldızların yaşam döngüsünden arta kalan yoğun cisimlerdi. Sessizce ama kaçınılmaz şekilde bir çarpışmaya doğru ilerlediler.  Ve bir gün , o büyük an geldi; yıldızlar birbirine çarptı ve evreni aydınlatan muazzam bir patlama meydana geldi.  Bu patlamaya "kilonova" diyoruz. Ancak sadece bir ışık gösterisi değildi bu, aynı zamanda evrenin en değerli elementlerinden biri olan Altın ' ın doğum anıydı. ( hayırlı olsun nur topu gibi bir Altın madenimiz oldu. ) 😁 Atomlar bu kozmik dans sırasında birleşti,  enerji ve kaosun ortasında altın taneleri oluştu. Sonra, milyonlarca yıl boyunca, bu altın taneleri uzayın boşluğunda sürüklendi. Toz ve gaz bulutlarına karışarak yeni yıldız sistemlerinin ve gezegenlerin oluşumuna katkıda bulundu. Dünyamız da bu kozmik mirastan nasibini aldı. Milyarlarca yıl önce,  dünya' nın yüzeyine çarpan mete...

YAŞAMAK (Acının ve neşenin dansı) (7)

Bazen hayat, iç içe geçmiş zıtlıkların sahnesi gibi gelir insana. Neşe ile hüznün,  umut ile kaderin, başlangıç ile sonun aynı anda var olduğu bir oyun... Bir an gülerken, diğerinde derin bir sessizliğe gömülebiliriz . Acının içinden geçmeden neşeyi, kaybetmeden sahip olmanın değerini,  düşmeden yükselmenin anlamını bilebilir miyiz gerçekten? Yaşamak, sadece nefes almak değil; hissetmek, yaralanmak,iyileşmek bazen tekrar kanamak demek. Mutluluklarımızı büyüten,  hüzünlerimizin gölgesi değil mi zaten? İşte bu yüzden yaşamın karmaşıklığı içinde kaybolurken bile belki de asıl yolculuk tam da burada başlıyordur. Yaşamla ilgili eski zamanlara baktım bu yazıyı yazarken ekleyebileceklerime; Antik yunan'da filozoflar, hayatın anlamını sorgularken bir yandan da onun kaçınılmaz acılarını kabul etmeyi öğütlermiş. (İçinden geçin diyorlar yani) Stoacı, filozof Epiktetos, "Başa gelen şeyler değil, onlara verdiğimiz anlam bizi üzer. " derken, aslında yaşamanın bizim iç dünyamızda şekill...