Geçenlerde sabah kahvemi içerken, bir belgeselde denk geldim: “Svalbard Tohum Deposu.” İlk anda çok da heyecan verici gelmedi kulağa. Tohummuş, depo falan… Ama sonra dinledikçe şaşırdım, sonra düşündüm, sonra hafif ürperdim. Meğer bu depo, insanlığın en büyük “ya bir gün her şey yok olursa?” sorusuna verdiği sessiz bir cevabıymış.
Kıyamet Ambarı diyorlar adına. Aslında resmi adıyla “Svalbard Küresel Tohum Deposu.” Norveç’in kuzeyinde, Kuzey Kutbu’na yakın bir adada, bir dağın içine inşa edilmiş dev bir soğuk oda. Eksi 18 derecede, binlerce çeşit tohum burada saklanıyor. Neden mi? Çünkü bir gün olur da dünya büyük bir felaketle karşılaşırsa –ki bu iklim kriziyle, savaşlarla, kuraklıkla hiç de uzak ihtimal değil– yeniden başlayabilelim diye.
Svalbard Küresel Tohum Deposu hakkında araştırma yaparken karşıma çıktı: “Kim aklınıza böyle bir fikir getirdi?” diye sordum önce kendime. Meğer bu dev projenin arkasında iki vizyoner isim varmış: konzervasyoncu Cary Fowler ve bitki genetikçisi Geoffrey Hawtin. 2004’te bir çalışma grubu kurmuş, Norveç Hükümeti’ni ve Uluslararası Bitki Genetik Kaynakları Anlaşması’nı (ITPGRFA) ikna etmişler. Şubat 2008’de Jens Stoltenberg ve José Manuel Barroso’nun katılımıyla “Dünyanın sigortası” resmen açılmış.
Nasıl Gelişti?
1. İlk Kıvılcım (1984): İskandinav Ülkeleri Gen Bankası, eski bir kömür madeninde yedekleme yapmaya başladı.
2. Yasal Zemin (2001–2004): ITPGRFA’nın yürürlüğe girmesiyle ülkeler gen bankalarını yasal koruma altına aldı.
3. Fizibilite Çalışması (2004): Cary Fowler liderliğindeki ekip, Svalbard’ın “doğal derin dondurucu” potansiyelini keşfetti.
4. Yapım ve Açılış (2006–2008): Norveç finansmanı üstlendi; “Kıyamet Ambarı” 2008’de kapılarını açtı.
5. Sürekli Büyüme: 23 Ekim 2024’te 30.000’den fazla yeni tohum daha eklendi; depo 2024 sonunda 1,301,397 örneğe ulaştı.
Bana kalırsa bu yer, insanlığın kendine itiraf edemediği bir korkunun dışa vurumu. Adı kıyamet deposu ama içinde öyle güçlü bir umut var ki… Sanki biri çıkıp demiş: “Her şey yıkılsa da bir yerlerde yeni bir başlangıcın tohumu hazır bekliyor olacak.”
Düşünsenize, oraya konulan her tohum, bir halkın, bir köylünün, bir annenin emeğiyle büyüttüğü bin yıllık bilgilerin küçük bir kapsülü. Anadolu’dan, Asya’dan, Afrika’dan binlerce yerel tohum gitmiş oraya. Belki bizim dedelerimizin ekip biçtiği buğday türü de orada sessizce uyuyordur. Kim bilir?
Bu hikâyede beni en çok etkileyen şey şu oldu: Orası sadece bir depo değil. İnsanlığın geleceğe gönderdiği bir “özür mektubu” gibi. Belki doğaya verdiğimiz zararı onaramayacağız ama bir yerlerde, bir ihtimal daha var diyoruz. Sessiz, sade, bilimsel ama aynı zamanda çok insani bir çaba.
Şunu da düşündüm sonra: Biz, gündelik hayatımızda neyin kıyametini saklıyoruz acaba? Hangi umutlarımızı derinlere gömüyoruz, “ya bir gün lazım olursa” diye? Belki de hepimizin içinde birer tohum ambarı var. Bazen unuttuğumuz ama umudu hep diri tutan...
O gün kahvemi bitirdikten sonra şöyle dedim kendi kendime: “Dünya yansa bile, birileri tohum bırakmışsa… Biz de umudu bırakamayız.”
Bir Tohumun Değeri
Genetik Hazinenin Parçası: Her tohum, binlerce yıl süren ekim, seçme ve kültür değişiminin küçük bir kapsülü.
Gıda Güvenliği: Bir kıtlık ya da felaket anında, bu tohumlar milyonlarca insanın sofrasındaki ekmeğe dönüşebilir.
Biyoçeşitliliğin Koruyucusu: Tek tip tarım uygulamaları biyolojik çeşitliliği azaltırken, bu depo gelecekte yeni çeşitlerin geliştirilmesine zemin hazırlıyor.
Elindeki tek bir tohum, bir köyün veya tüm insanlığın geleceğini kurtarabilir. Biz ise günlük hayatımızda marketten aldığımız paketlere odaklanıyoruz.
Okumak istersen;
"Bir tohum, yalnızca toprağa değil, insanlığın ortak hafızasına da ekilir; her tohum, kaybettiğimizi sandığımız geleceği yeniden filizlendirebilir.
Sevgiler..
Yorumlar
Yorum Gönder