Ana içeriğe atla

AHLAKİ GÖRECELİK (1)

 Öncelikle Merhaba;

Beni bu Blogger sayfasını açmaya ve yazmaya iten ve artık bir şekilde içimdeki ve aklımdaki düşünceleri atmak, paylaşmak yalnız olmadığımı bilmek, içimden geçen bu duyguları sadece benim hissetmediğimi bilmek için açmış bulunuyorum. Bir şekilde birşeyler yapmam ve paylaşmam gerekiyordu. Çünkü çevremdeki insanların bu kadar tepkisizligine ve kayıtsızlığına dayanamıyorum.Toplumsal olaylar, günlük yaşamdaki karşılaştığımız fakat herkesle paylaşamadigimiz haksızlık ve insanların davranışları hakkında aslında kafama esen hersey hakkında yazmak istiyorum. Bu blogta öyle edebi şeyler bulamayacaksaniz. Bu blogta yaşayan normal bir insanın düşüncelerini bulacaksınız.

Neden kayıtsız kalıyoruz etrafımıza karşı? 

Araştırdım, psikolojide bunu yeri neresidir?  Pek çok yazı okudum. Travmalar, stres bozuklukları ve pek çok şeyin sonucunda "şizoid kişilik bozukluğu " olarak karşıma çıktı.Nedir bu şizoid kişilik bozukluğu? Kısaca açıklamam gerekirse; duygusal soğukluk, duygusal ifadelerin sınırlı olması, sosyal izolasyon gibi belirtiler gösterir.Bu google da bulabilceginiz saglık kuruluşlarının yazdığı tanımı. 

Peki daha derine inecek olursak, karşımıza "ahlaki görecelik" çıkıyor. Hiç duydunuz mu? ya da yakın zaman içinde hiç bunu düşündünüz mü? Bizim ahlaki göreceliğimiz nedir? Ahlaki göreceliği oluşturan temel unsurlar kişisel ve toplumsal farklılıklardır. Bunun üzerine yazılmış pek çok makale var okumak isterseniz paylaşabilirim. Antik yunan çağlarında bile ahlakla ilgili mutlak ve kesin doğrular vardı. Örn; deniz suyunun tuzlu olması tartışılmaz bir gerçek olduğu  gibi, korkaklık  kötü bir huy olarak görünüyordu. Fakat daha sonra tabi günümüze kadar farklı toplumlarda farklı ahlaki düzenleri olarak değişti.  Her toplumun kendi örf adet ve değerlerine göre ahlaki değerleri gelişti. Önemli ilk düşünür filozoflardan Protagoras; "rüzgar üşüyene göre soğuk, diğerlerine göre soğuk değildir." düşüncesini öne atmıştı.  Görüyorum ki biz toplum olarak hala bu düşününcedeyiz. Başımıza gelmediği sürece düşünmek, duymak,tepki vermek ve hissetmekten kaçıyoruz. Bu düşünce bizi çok daha büyük sorunlara götürdüğünü aklımızdan çıkarıyor ve beni kötü etkiliyor bu yüzden maruz kalmak istemiyorum durumuna getiriyor. Peki bu durum çok daha büyük sorunlara sebebiyet veriyor, verecek farkındamıyız? Ben sanmıyorum,  olsaydık pek çok kaybın yaşanmayacağı bir gerçek. Ahlaki değerler artık topluma göre değil kişilere göre değişiyor günümüzde, insanlar iyice yalnızlaşarak içinden çıkılamaz bir bencillikle yaşamak istiyor.(Köy yanıyorken saç taramak deyimi artık insanlar ölüyorken instagramda kahve bardağı ve yediği yemeğini paylaşmak oldu.)Sanıyorum ülkece pek çok sorunla başa çıkmaya çalışırken henüz farkında olmadığımız psikolojik ve yaşamsal sebeplerle de ne yaptığımızın ne yapmamız gerektiğinin de farkında olamıyoruz. Aslında tepki vermediğiniz her toplumsal olay siz ne kadar kaçmaya ve görmezden gelmeye çalışsanız da en sonunda bir yerde sizi bireysel olarak yakalayacak... Peki sormak istediğim bir soru daha var. Ahlak bir vicdan meselesi midir? 


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Gökyüzünden Gelen Hazinenin Hikayesi (Toplanın Altın 'ın hikayesini anlatacağım size) (5)

Milyarlarca yıl önce, sessiz bir evrende  , iki devasa nötron yıldızı birbirine yaklaşmaya başladı.( Yazarken heyecanlandım 😆) Her biri, yıldızların yaşam döngüsünden arta kalan yoğun cisimlerdi. Sessizce ama kaçınılmaz şekilde bir çarpışmaya doğru ilerlediler.  Ve bir gün , o büyük an geldi; yıldızlar birbirine çarptı ve evreni aydınlatan muazzam bir patlama meydana geldi.  Bu patlamaya "kilonova" diyoruz. Ancak sadece bir ışık gösterisi değildi bu, aynı zamanda evrenin en değerli elementlerinden biri olan Altın ' ın doğum anıydı. ( hayırlı olsun nur topu gibi bir Altın madenimiz oldu. ) 😁 Atomlar bu kozmik dans sırasında birleşti,  enerji ve kaosun ortasında altın taneleri oluştu. Sonra, milyonlarca yıl boyunca, bu altın taneleri uzayın boşluğunda sürüklendi. Toz ve gaz bulutlarına karışarak yeni yıldız sistemlerinin ve gezegenlerin oluşumuna katkıda bulundu. Dünyamız da bu kozmik mirastan nasibini aldı. Milyarlarca yıl önce,  dünya' nın yüzeyine çarpan mete...

YAŞAMAK (Acının ve neşenin dansı) (7)

Bazen hayat, iç içe geçmiş zıtlıkların sahnesi gibi gelir insana. Neşe ile hüznün,  umut ile kaderin, başlangıç ile sonun aynı anda var olduğu bir oyun... Bir an gülerken, diğerinde derin bir sessizliğe gömülebiliriz . Acının içinden geçmeden neşeyi, kaybetmeden sahip olmanın değerini,  düşmeden yükselmenin anlamını bilebilir miyiz gerçekten? Yaşamak, sadece nefes almak değil; hissetmek, yaralanmak,iyileşmek bazen tekrar kanamak demek. Mutluluklarımızı büyüten,  hüzünlerimizin gölgesi değil mi zaten? İşte bu yüzden yaşamın karmaşıklığı içinde kaybolurken bile belki de asıl yolculuk tam da burada başlıyordur. Yaşamla ilgili eski zamanlara baktım bu yazıyı yazarken ekleyebileceklerime; Antik yunan'da filozoflar, hayatın anlamını sorgularken bir yandan da onun kaçınılmaz acılarını kabul etmeyi öğütlermiş. (İçinden geçin diyorlar yani) Stoacı, filozof Epiktetos, "Başa gelen şeyler değil, onlara verdiğimiz anlam bizi üzer. " derken, aslında yaşamanın bizim iç dünyamızda şekill...