Ana içeriğe atla

Herşeyin Başına Başarı Koyduk

Bazı insanlar var; sanki doğar doğmaz “başarılı olacaksın” diye kulağına fısıldanmış. Daha emeklemeden, “Bu çocuk ileride CEO olur!” denmiş olabilir.
Hırs, bazen kahve gibi… Azı uykunu açar, fazlası kalbini çarptırır.

Peki ne zaman bu kadar hırslı olduk?
Yoksa insanlık tarihinin en başından beri mi böyleydik?

Tarih Sahnesinde İlk Hırs: Mağara Duvarından Tahta Çıkışa

İlk insanlardan beri birbirimizi geçme, üstün olma isteğimiz var. Mağara duvarına el izini bırakan atamız bile, “Bak ben buradaydım, sen kimsin?” demek istemiş olamaz mı?
Sonra bu el izleri tahtalara, taşlara, piramitlere dönüştü.
Antik Mısır’da firavunlar ölümsüzlük için mezarlarına altınlar gömdü.
Orta Çağ’da krallar toprak için savaştı.
Rönesans’ta ressamlar “en tanınan ben olacağım” diye birbirinin gölgesini ölçtü.
Yani kısacası, hırs insanlıkla yaşıt bir virüs gibi.

Modern Hırs: Başarı Odaklılık Çağı

Bugünse taht yerine “LinkedIn profili”, kılıç yerine “özgeçmiş” taşıyoruz.
Hırs artık savaş meydanında değil, açık ofislerde, parlak ekranlarda yaşanıyor.
Her şeyin başına “başarı” koyduk:
Başarı hikayesi, başarı semineri, başarı kahvaltısı (!)

Sanki başarısız olmak insan olmanın ayıbıymış gibi...
Oysa başarısızlık da bir sonuçtur, sadece beklediğimiz değil.
Ama bunu kimse konuşmak istemiyor, çünkü vitrinde her şey parlak olmalı.

Hırslı Olmak Kötü mü Peki?

Değil elbette.
Ama doz meselesi.
Einstein bile “Ben o kadar zeki değilim, sadece meraklıyım” demiş.
Yani onun yakıtı merak, bizimki kıyas.
“Başarılı olayım” demekle “başarılı görünmek” arasında ince ama yakıcı bir fark var.
Kendinle yarışmak başka, herkesi rakip görmek bambaşka bir yorgunluk.

Biraz Mizah, Biraz Gerçek: Hırsın Günlük Halleri

Spor salonuna sadece aynadaki gelişmeyi paylaşmak için gidenler.

Yeni kitap alıp kapağını kahveyle fotoğraflayan ama bir sayfa okumayanlar.

“Bu yıl kendimi geliştireceğim” deyip, üçüncü gün pes edenler (evet, hepimiz oradaydık).


Hırs bazen bizi motive eder, bazen içimizi kemirir.
En tehlikelisi de, “bitmeyen hırs”tir. Çünkü doymaz.
Bir hedef biter, diğeri gelir.
Başarı sarhoşluğu geçmeden yeni bir içki arar.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

AHLAKİ GÖRECELİK (1)

 Öncelikle Merhaba; Beni bu Blogger sayfasını açmaya ve yazmaya iten ve artık bir şekilde içimdeki ve aklımdaki düşünceleri atmak, paylaşmak yalnız olmadığımı bilmek, içimden geçen bu duyguları sadece benim hissetmediğimi bilmek için açmış bulunuyorum. Bir şekilde birşeyler yapmam ve paylaşmam gerekiyordu. Çünkü çevremdeki insanların bu kadar tepkisizligine ve kayıtsızlığına dayanamıyorum.Toplumsal olaylar, günlük yaşamdaki karşılaştığımız fakat herkesle paylaşamadigimiz haksızlık ve insanların davranışları hakkında aslında kafama esen hersey hakkında yazmak istiyorum. Bu blogta öyle edebi şeyler bulamayacaksaniz. Bu blogta yaşayan normal bir insanın düşüncelerini bulacaksınız. Neden kayıtsız kalıyoruz etrafımıza karşı?  Araştırdım, psikolojide bunu yeri neresidir?  Pek çok yazı okudum. Travmalar, stres bozuklukları ve pek çok şeyin sonucunda "şizoid kişilik bozukluğu " olarak karşıma çıktı.Nedir bu şizoid kişilik bozukluğu? Kısaca açıklamam gerekirse; duygusal soğukluk, ...

Gökyüzünden Gelen Hazinenin Hikayesi (Toplanın Altın 'ın hikayesini anlatacağım size) (5)

Milyarlarca yıl önce, sessiz bir evrende  , iki devasa nötron yıldızı birbirine yaklaşmaya başladı.( Yazarken heyecanlandım 😆) Her biri, yıldızların yaşam döngüsünden arta kalan yoğun cisimlerdi. Sessizce ama kaçınılmaz şekilde bir çarpışmaya doğru ilerlediler.  Ve bir gün , o büyük an geldi; yıldızlar birbirine çarptı ve evreni aydınlatan muazzam bir patlama meydana geldi.  Bu patlamaya "kilonova" diyoruz. Ancak sadece bir ışık gösterisi değildi bu, aynı zamanda evrenin en değerli elementlerinden biri olan Altın ' ın doğum anıydı. ( hayırlı olsun nur topu gibi bir Altın madenimiz oldu. ) 😁 Atomlar bu kozmik dans sırasında birleşti,  enerji ve kaosun ortasında altın taneleri oluştu. Sonra, milyonlarca yıl boyunca, bu altın taneleri uzayın boşluğunda sürüklendi. Toz ve gaz bulutlarına karışarak yeni yıldız sistemlerinin ve gezegenlerin oluşumuna katkıda bulundu. Dünyamız da bu kozmik mirastan nasibini aldı. Milyarlarca yıl önce,  dünya' nın yüzeyine çarpan mete...

YAŞAMAK (Acının ve neşenin dansı) (7)

Bazen hayat, iç içe geçmiş zıtlıkların sahnesi gibi gelir insana. Neşe ile hüznün,  umut ile kaderin, başlangıç ile sonun aynı anda var olduğu bir oyun... Bir an gülerken, diğerinde derin bir sessizliğe gömülebiliriz . Acının içinden geçmeden neşeyi, kaybetmeden sahip olmanın değerini,  düşmeden yükselmenin anlamını bilebilir miyiz gerçekten? Yaşamak, sadece nefes almak değil; hissetmek, yaralanmak,iyileşmek bazen tekrar kanamak demek. Mutluluklarımızı büyüten,  hüzünlerimizin gölgesi değil mi zaten? İşte bu yüzden yaşamın karmaşıklığı içinde kaybolurken bile belki de asıl yolculuk tam da burada başlıyordur. Yaşamla ilgili eski zamanlara baktım bu yazıyı yazarken ekleyebileceklerime; Antik yunan'da filozoflar, hayatın anlamını sorgularken bir yandan da onun kaçınılmaz acılarını kabul etmeyi öğütlermiş. (İçinden geçin diyorlar yani) Stoacı, filozof Epiktetos, "Başa gelen şeyler değil, onlara verdiğimiz anlam bizi üzer. " derken, aslında yaşamanın bizim iç dünyamızda şekill...