Ana içeriğe atla

SAF KÖTÜLÜK (4)

Kötülük dediğimiz kavram nedir? Hepimizin pek çok kez maruz kaldığı yakından deneyimledigi bir durum olduğu aşikar. Kavram mıdır? His midir? Davranış biçimi midir? Tek başına bir oluşum  mudur? Nedir bu kötü olmak? 
Buna odaklanmak istemesem de kendimi kötülüğü düşünürken buluyorum bazen. Kafamı kurcalayan bir durum Kötülük yapma hali. 
Saf kötülük karmaşık ve tartışmalı bir konu saatlerce tartışabilir, farklı perspektiflerden sunup konuşabiliriz. 
Hadi başlayalım ben kendi kendime konuşurken siz de bana eşlik edin ve birlikte konuşalım. 
Saf kötülük, tarih boyunca felsefecilerin, yazarların, düşünürlerin en çok tartıştığı kavramlardan biri olmuştur.  Kötülük benim tanımıma göre; bencil çıkarlar ya da çevresel faktörler olmadan yalnızca zarar verme niyetidir. Katılır mısınız bilmiyorum? Uzun cümlelerle yazdım ama meali; sebebi olmayan zarar vermek amaçlı yapılan davranıştır. Şimdi biraz din ve tarihteki kötülüklerden bahsetmek isterim.
"Bir düşünün, Loki’yi İskandinav mitolojisinde kaos çıkaran bir düzen bozucu olarak biliriz. Ama o, hep dışlanmış olmanın öfkesiyle mi hareket ediyordu? Ya da Hades... Hepimiz onu yer altı dünyasının karanlık kralı olarak tanırız, ama belki de yalnızca görevini yapıyordu, öyle değil mi? Lilith’e ne demeli? İlk başkaldıran kadın olarak anlatılır, ama onun hikâyesinde bir taraf, özgürlüğü için savaşan bir figür de yok mu? Ve Şeytan… Bir zamanlar ışık getiren, en parlak melek değil miydi? Bir hata, bir kibir, onu sonsuz bir karanlığa sürükledi. Bazen durup düşünüyorum: Bu figürler gerçekten saf kötülüğü mü temsil ediyor, yoksa her birinin ardında anlaşılmayı bekleyen bir hikâye mi yatıyor?"
Yani biri bize kötülük yapıyorsa durup bunları düşünmeyiz tabiki :) 😀 ağzımıza ne geliyorsa söveriz. Sadece kaynağını merak ettiğim için bu kadar irdeliyorum. Neden kötülük yaparız? Önceden kötülük yapan insan görünce hayretler içerisinde kalırdım. Ama düşününce ezelden beridir var kötülük sana mı denk gelmeyecekti? yani diyorum. 
Peki kötülük öğrenilen birşey mi? Yoksa doğuştan gelen bir olma hali mi ? İnsan bile bile nasıl kötü olabilir ki derken? Nörobilimcilere göre; bazı beyin yapıları yapısal olarak empatiden yoksun olabilir. Bu kişiler zarar verirken vicdan azabı hissetmezler gibi bir deney sonuçları var.Sanirim "kötülük " bir hastalık bu durumda. Bak bunu bilmek daha iyi geldi. 😅 Sen hastasın deyip karşı tarafı bilgilendirirseniz sorun da çözülmüş olur belki.( Sana bir bilgi vermemi ister misin? Sen hastasın hadi bir git tedavi ol öyle gel demek istediğim insanlar geçti hayatımdan ama tabi diyemedim.) Günlük hayatımızda açıp beyninin içine bakamayacağımıza göre bunu bilemeyiz.
Peki birde sinema popüler kültür de bakalım; "JOKER" ya da "DARTH VADER" gibi karakterler, kötülüğün yalnızca niyetle mi, yoksa geçmişte yaşanan travmalarla mı ortaya çıktığını anlatıyor olabilir. Belkide kötülük, sadece yaraların bir yansımasıdır. Bu karakterleri hepimiz biliriz. Onları kötü olmaya iten gerekçeler de haklılar mı? Ya da ne yaşarlarsa yaşasınlar kötülüğü seçmek onların bir tercihimiydi? Aslında onlarda dünya ' nın iyiliğini istiyorlardı. 
Modern dünya da kötülük ise karşımıza savaşlar,  katliamlar, canilikler olarak çıkıyor.  Bu şekilde baktığımızda dünyada ne çok kötü var aslında diyorum. Bizler azıcık iyilik bulunca herkesi iyi sanıyoruz.  Bunları göz önünde bulundurduğumuzda iş yerinde mesai arkadaşımızın ya da çok iyi dostumuzun kötülüğüne maruz kalmak çok olası değil mi? 
Kötülük olmadan iyiliğin anlamı olur mu ? Sanırım bunun cevabını hepimiz farklı vereceğiz.
Aslında tüm bunların sonunda verdiğim bir sonuç var; kötülüğü mutlak olarak yargılamadan önce, insanların motivasyonlarını ve koşullarını anlamanın önemli olduğunu düşünüyorum. 
İnsan ruhunun karanlık tarafına yolculuğa çıksak mesela; kendi karanlığımızı görebilsek o zaman iyinin kıymetini anlayabilir miydik? İnsanın kendi karanlığıyla yüzleşmesi oldukça zor değil mi? Sadece kendimiz için değil ama tüm insanlık adına " Bazı kötülükler, ne bir açıklama bekler ne de bir bağışlama onlar yalnızca var olmak için vardır. " buna eminim . 
Size de olmuyor mu ? Karanlığın çok çekici bir tarafı var. Filmlerde gördüğümüzde bizi önce içine çekip hayran bırakarak karanlığın içinden aydınlığa götürdüğünde depominleri salgılıyoruz. 
Kötülük, insanoğlunun varoluşundan beri onun en kadim yol arkadaşı olmuştur. Ancak Saf kötülük dediğimiz şey sıradan kötülüğün ötesine geçer.  Temelinde sadece yok etme arzusu vardır.  Bu bencillik veya korkudan doğmaz. Bu varoluşun kendi karanlığıdır.
Filozof Hannah Arendt' in " kötülüğün sıradanlığı" kavramından yola çıkarak sorgulamalar yapalım.  İnsanlar kötülük yapmaya bir sistemin itişiyle mi başlar, yoksa bu insan doğasının en derinlerinde gizlenen bir çekirdek midir? Belkide kötülük insan ruhunun boşlukların da dolaşan bir yankıdır.  Bu yankı uygun koşullar bulduğunda dışarı çıkar ve fırtına gibi büyür. 
Tarih, Saf kötülüğün tezahürlerini bir çok kez görmüştür. 
HİTLER, milyonlarca masumu öldürürken yalnızca bir ideolojiye mi hizmet ediyordu?
Yoksa bu içindeki mutlak kötülüğün dışa vurumu muydu? 
STALİN 'İN soğukkanlı katliamları bir stratejinin ürünü müydü? Yoksa insan doğasının en korkunç yanını mı yansıtıyor? Düşüncelerimizde yer etmiş bu figürler, kötülüğün insan formuna bürünmüş hali olarak bize birşey hatırlatır.  " Kötülük yalnızca bir eylem değil, bazen bir varoluştur." 
Kötülük günümüzde başka formlar alıyor. Siber zorbalık, sahte haberlerle manipülasyon,  yapay zeka ile insanlığı tehdit eden yeni tehlikeler. O yüzden saçma sapan insanlar tarafından sana yapılan bir kötülüğe maruz kaldığında yapılan şey sadece sana değil? Tüm evrende yapılan ve ezelden beridir var olan bir durum olarak algıla ve kendini asla bu küçük kötüler için üzme.( unutma hasta onlar😁) 
Saf kötülük yüz değiştirse de özü hep aynıdır.  Yok etmek, ezmek ve kaos yaratmak. Yüzleşmek cesaret ister. 
Bende hayatim boyunca pek çok kötülüğe bir şekilde var olmuş kötü insanlara maruz kaldım ve bazılarının şimdi Saf kötü olduğunu anlayabiliyorum. Kötülüğü uzaktan görsem tanıyorum. Uzaklaşmak ise büyük şans.  
Kötülük ne kadar güçlü görünürse görünsün, insanın özündeki iyilik, her zaman direnme ve yeniden başlama gücü bulacaktır. Çünkü en karanlık geceler bile yeni bir şafağa gebedir. (Film sözü gibi oldu) 
Ne demiş sevgili Mahatma Gandhi " Dünya da görmek istediğiniz değişim siz olun." Sevgiler...
Haydi önerilere geçelim buyrun;
Kitap önerisi: İnsanın anlam arayışı- Viktor E. Frankl ( iyilik ve kötülük arasındaki dengeyi bize güzel anlatıyor) 
Körlük- J̌ose Saramago ( kötülüğün kollektif bir yapıya nasıl dönüştüğünü görebiliyoruz. ) 
Film; Seven(1995)
The Dark khight(2008) 
Belgesel: The act of killing (Öldürme eylemi) (2012) Endonezya da 1965-66 yıllarındaki katliamları işleyen bu belgesel,  katliamların faillerinin zihniyetini ve kötülüğün sıradanlaşmasını anlatıyor. Dayanabilirseniz rahatlıklarına hayretler içerisinde kalabilirsiniz.
Night of fog (gece ve sis) (1956) 
Nazi toplama kamplarına konu alan bu Belgesel, insan doğasının karanlık yönünü çarpıcı bir biçimde anlatır. 
                 The End... 



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

AHLAKİ GÖRECELİK (1)

 Öncelikle Merhaba; Beni bu Blogger sayfasını açmaya ve yazmaya iten ve artık bir şekilde içimdeki ve aklımdaki düşünceleri atmak, paylaşmak yalnız olmadığımı bilmek, içimden geçen bu duyguları sadece benim hissetmediğimi bilmek için açmış bulunuyorum. Bir şekilde birşeyler yapmam ve paylaşmam gerekiyordu. Çünkü çevremdeki insanların bu kadar tepkisizligine ve kayıtsızlığına dayanamıyorum.Toplumsal olaylar, günlük yaşamdaki karşılaştığımız fakat herkesle paylaşamadigimiz haksızlık ve insanların davranışları hakkında aslında kafama esen hersey hakkında yazmak istiyorum. Bu blogta öyle edebi şeyler bulamayacaksaniz. Bu blogta yaşayan normal bir insanın düşüncelerini bulacaksınız. Neden kayıtsız kalıyoruz etrafımıza karşı?  Araştırdım, psikolojide bunu yeri neresidir?  Pek çok yazı okudum. Travmalar, stres bozuklukları ve pek çok şeyin sonucunda "şizoid kişilik bozukluğu " olarak karşıma çıktı.Nedir bu şizoid kişilik bozukluğu? Kısaca açıklamam gerekirse; duygusal soğukluk, ...

Gökyüzünden Gelen Hazinenin Hikayesi (Toplanın Altın 'ın hikayesini anlatacağım size) (5)

Milyarlarca yıl önce, sessiz bir evrende  , iki devasa nötron yıldızı birbirine yaklaşmaya başladı.( Yazarken heyecanlandım 😆) Her biri, yıldızların yaşam döngüsünden arta kalan yoğun cisimlerdi. Sessizce ama kaçınılmaz şekilde bir çarpışmaya doğru ilerlediler.  Ve bir gün , o büyük an geldi; yıldızlar birbirine çarptı ve evreni aydınlatan muazzam bir patlama meydana geldi.  Bu patlamaya "kilonova" diyoruz. Ancak sadece bir ışık gösterisi değildi bu, aynı zamanda evrenin en değerli elementlerinden biri olan Altın ' ın doğum anıydı. ( hayırlı olsun nur topu gibi bir Altın madenimiz oldu. ) 😁 Atomlar bu kozmik dans sırasında birleşti,  enerji ve kaosun ortasında altın taneleri oluştu. Sonra, milyonlarca yıl boyunca, bu altın taneleri uzayın boşluğunda sürüklendi. Toz ve gaz bulutlarına karışarak yeni yıldız sistemlerinin ve gezegenlerin oluşumuna katkıda bulundu. Dünyamız da bu kozmik mirastan nasibini aldı. Milyarlarca yıl önce,  dünya' nın yüzeyine çarpan mete...

YAŞAMAK (Acının ve neşenin dansı) (7)

Bazen hayat, iç içe geçmiş zıtlıkların sahnesi gibi gelir insana. Neşe ile hüznün,  umut ile kaderin, başlangıç ile sonun aynı anda var olduğu bir oyun... Bir an gülerken, diğerinde derin bir sessizliğe gömülebiliriz . Acının içinden geçmeden neşeyi, kaybetmeden sahip olmanın değerini,  düşmeden yükselmenin anlamını bilebilir miyiz gerçekten? Yaşamak, sadece nefes almak değil; hissetmek, yaralanmak,iyileşmek bazen tekrar kanamak demek. Mutluluklarımızı büyüten,  hüzünlerimizin gölgesi değil mi zaten? İşte bu yüzden yaşamın karmaşıklığı içinde kaybolurken bile belki de asıl yolculuk tam da burada başlıyordur. Yaşamla ilgili eski zamanlara baktım bu yazıyı yazarken ekleyebileceklerime; Antik yunan'da filozoflar, hayatın anlamını sorgularken bir yandan da onun kaçınılmaz acılarını kabul etmeyi öğütlermiş. (İçinden geçin diyorlar yani) Stoacı, filozof Epiktetos, "Başa gelen şeyler değil, onlara verdiğimiz anlam bizi üzer. " derken, aslında yaşamanın bizim iç dünyamızda şekill...