Ana içeriğe atla

Dobra mısın, Yoksa Sadece Patavatsız mı?


“Ben doğrusunu söylerim, kimse alınmasın!” diyen biriyle karşılaştığınızda içinizden “Yine başladı…” diyor musunuz? Evet, hepimizin çevresinde en az bir tane “Ben dobra bir insanım” diyerek ortalığı kırıp döken biri vardır. Dobra olmak, dürüstlükle harmanlanmış bir netliktir aslında. Ama ne yazık ki bazıları bu dürüstlüğü, filtresiz ve kırıcı olma hakkı sanıyor.

Dobra olmak cesaret ister; patavatsızlık ise sadece düşüncesizliğin örtüsüdür. Çünkü dobra insan kalp kırmadan da gerçeği söyleyebilir. Patavatsız olan ise kalbi kırar, sonra da “Ne var canım, doğruları söyledim!” diyerek işin içinden sıyrılır.

Peki, bu iki halin arasındaki o ince ama çok önemli çizgiyi nasıl ayırt ederiz? Kendimizi dobra sanarken fark etmeden patavatsızlaşıyor olabilir miyiz?

Patavatsızlık, çoğu zaman maskelenmiş bir tür bencilliktir. İnsanlar, "doğruları söyledim" diyerek başkalarını kırar, sonra da kendi egolarını tatmin ederler. Asıl sorun burada, insanların gerçeği paylaşmak adına karşındaki kişiyi düşünmemeleridir. Oysa sözlerin gücü büyüktür, ve yanlış bir söz çok derin yaralar açabilir.
Kendini dobra sanan, ama aslında patavatsız olan kişiler çok yaygın bir figürdür. Bu insanlar, kendilerini “dürüst” olarak tanımlar, ama çoğu zaman “kırıcı” olduklarının farkında bile olmazlar. İçlerinden ne geçerse, doğrudan ve hesapsız bir şekilde dile getirirler. Ama burada unuttukları bir şey vardır: Dürüstlük, sadece doğruları söylemek değil, aynı zamanda doğruyu nasıl söyleyeceğini bilmektir.
Patavatsızlık, kendini dobra sanan kişilerin en büyük tuzağıdır. Kendi bakış açılarını, diğer insanların duygularından ve ihtiyaçlarından önce koyarlar. Bunu da “açık sözlü olmak” ya da “dürüst olmak” olarak savunurlar. Ama gerçek şu ki, bazen biraz sessiz kalmak, düşünmek ve başkalarının duygularını anlamaya çalışmak, daha değerli ve derin bir dürüstlüktür.

Dobra olmak, her zaman ne düşündüğünü, ne hissettiğini dile getirmek değil; doğruyu söylemekle birlikte karşısındaki kişiyi de düşünmektir. Bir kişi dobra olduğunda, gerçekleri duymak bazen acı olabilir, ama bu acı, sevgiden ve saygıdan kaynaklanır. Dobra olmak, karşıdaki kişinin duygularını hiçe saymadan, doğruyu nazikçe ifade edebilmektir.
Dobra olmak ile patavatsızlık arasındaki fark, büyük ölçüde empati ile ilgilidir. Dobra insanlar, başkalarının duygularını önemseyerek doğruyu söylerler. Empati, sadece doğruyu söylemek değil, aynı zamanda söyleyişi nazik ve anlayışlı bir hale getirmektir. Patavatsız insanlar ise duyguları görmezden gelir ve sadece gerçeği sert bir şekilde ortaya koyar.

Bu ince çizgide yürürken, empati, insan ilişkilerinin en önemli taşıyıcısıdır. Gerçekten dobra olmak, başkalarının kalplerine dokunmayı bilmektir. Patavatsız olmak ise, sadece ağzından çıkan kelimelere odaklanıp, duygusal zararı göz ardı etmektir.
Ne söylediğimiz kadar nasıl söylediğimiz de önemlidir. Kelimeler yalnızca bilgi taşımaz, aynı zamanda duygulara da dokunur. Bu yüzden konuşurken düşünmek, karşımızdakini hesaba katmak bir erdemdir. Patavatsızlık, doğallığın değil, düşüncesizlikten ortaya çıkan bir davranıştır. 
İnsanları değiştirmek ya da onları eğitmek için değil, sadece haklı olmak için söylediğimiz sözler, ilişkilerimizi zedeler. Gerçek anlamda dürüstlük, sadece doğruyu söylemek değil, doğruyu doğru zamanda, doğru şekilde ve karşımızdaki kişiyi göz önünde bulundurarak söylemektir. Söylediklerimize, nasıl söylediğimize , neden söylediğimize dikkat!!!

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

AHLAKİ GÖRECELİK (1)

 Öncelikle Merhaba; Beni bu Blogger sayfasını açmaya ve yazmaya iten ve artık bir şekilde içimdeki ve aklımdaki düşünceleri atmak, paylaşmak yalnız olmadığımı bilmek, içimden geçen bu duyguları sadece benim hissetmediğimi bilmek için açmış bulunuyorum. Bir şekilde birşeyler yapmam ve paylaşmam gerekiyordu. Çünkü çevremdeki insanların bu kadar tepkisizligine ve kayıtsızlığına dayanamıyorum.Toplumsal olaylar, günlük yaşamdaki karşılaştığımız fakat herkesle paylaşamadigimiz haksızlık ve insanların davranışları hakkında aslında kafama esen hersey hakkında yazmak istiyorum. Bu blogta öyle edebi şeyler bulamayacaksaniz. Bu blogta yaşayan normal bir insanın düşüncelerini bulacaksınız. Neden kayıtsız kalıyoruz etrafımıza karşı?  Araştırdım, psikolojide bunu yeri neresidir?  Pek çok yazı okudum. Travmalar, stres bozuklukları ve pek çok şeyin sonucunda "şizoid kişilik bozukluğu " olarak karşıma çıktı.Nedir bu şizoid kişilik bozukluğu? Kısaca açıklamam gerekirse; duygusal soğukluk, ...

Gökyüzünden Gelen Hazinenin Hikayesi (Toplanın Altın 'ın hikayesini anlatacağım size) (5)

Milyarlarca yıl önce, sessiz bir evrende  , iki devasa nötron yıldızı birbirine yaklaşmaya başladı.( Yazarken heyecanlandım 😆) Her biri, yıldızların yaşam döngüsünden arta kalan yoğun cisimlerdi. Sessizce ama kaçınılmaz şekilde bir çarpışmaya doğru ilerlediler.  Ve bir gün , o büyük an geldi; yıldızlar birbirine çarptı ve evreni aydınlatan muazzam bir patlama meydana geldi.  Bu patlamaya "kilonova" diyoruz. Ancak sadece bir ışık gösterisi değildi bu, aynı zamanda evrenin en değerli elementlerinden biri olan Altın ' ın doğum anıydı. ( hayırlı olsun nur topu gibi bir Altın madenimiz oldu. ) 😁 Atomlar bu kozmik dans sırasında birleşti,  enerji ve kaosun ortasında altın taneleri oluştu. Sonra, milyonlarca yıl boyunca, bu altın taneleri uzayın boşluğunda sürüklendi. Toz ve gaz bulutlarına karışarak yeni yıldız sistemlerinin ve gezegenlerin oluşumuna katkıda bulundu. Dünyamız da bu kozmik mirastan nasibini aldı. Milyarlarca yıl önce,  dünya' nın yüzeyine çarpan mete...

YAŞAMAK (Acının ve neşenin dansı) (7)

Bazen hayat, iç içe geçmiş zıtlıkların sahnesi gibi gelir insana. Neşe ile hüznün,  umut ile kaderin, başlangıç ile sonun aynı anda var olduğu bir oyun... Bir an gülerken, diğerinde derin bir sessizliğe gömülebiliriz . Acının içinden geçmeden neşeyi, kaybetmeden sahip olmanın değerini,  düşmeden yükselmenin anlamını bilebilir miyiz gerçekten? Yaşamak, sadece nefes almak değil; hissetmek, yaralanmak,iyileşmek bazen tekrar kanamak demek. Mutluluklarımızı büyüten,  hüzünlerimizin gölgesi değil mi zaten? İşte bu yüzden yaşamın karmaşıklığı içinde kaybolurken bile belki de asıl yolculuk tam da burada başlıyordur. Yaşamla ilgili eski zamanlara baktım bu yazıyı yazarken ekleyebileceklerime; Antik yunan'da filozoflar, hayatın anlamını sorgularken bir yandan da onun kaçınılmaz acılarını kabul etmeyi öğütlermiş. (İçinden geçin diyorlar yani) Stoacı, filozof Epiktetos, "Başa gelen şeyler değil, onlara verdiğimiz anlam bizi üzer. " derken, aslında yaşamanın bizim iç dünyamızda şekill...