“Düşünme!”
Eğer biri size bunu söylese, zihninizde ne olur? Muhtemelen, düşünmemeniz gereken her şey bir anda sıraya girer: geçmiş, gelecek, çamaşır makinesinde unuttuğunuz çorap, saçma birinin doğum günü… İşte tam da bu karmaşaya "Zen" deniyor olabilir. Ama Zen, bu karmaşayı çözmekle değil, ona gülümseyerek bakmakla ilgileniyor. Hatta bazen ona bakmadan da ilgilenebiliyor. Evet, Zen biraz tuhaf. Ama öyle güzel tuhaf.
Zen kelimesi kulağa ya yeni bir meditasyon uygulaması ya da Uzak Doğu’dan ithal edilmiş bir çay markası gibi geliyor olabilir. Ama kökeni binlerce yıl öncesine, Hindistan’dan Çin’e, oradan Japonya’ya uzanan sessiz bir yolculuğa dayanıyor. Sessiz çünkü Zen konuşmayı sevmez. Anlatmaz. Göstermez. Sadece yaşanır. Zaten Zen ustalarına sorulan her sorunun cevabı da ya bir sessizliktir ya da saçma gibi görünen bir cümle: “Rüzgâr estiğinde bayrak mı hareket eder, yoksa sen mi?”
Peki bu "hiçlik" neden bu kadar moda oldu? İnsanlar neden gözlerini kapatıp sessizce oturuyor, nefes alıp veriyor, sonra da “çok aydınlandım” diyerek kahvelerini yudumluyor? İşte bu yazıda, Zen’in ne olduğunu, nereden çıktığını, neden yapıldığını ve bu işin bilimsel, felsefi ve komik yönlerini birlikte keşfedeceğiz. Hazırsanız, oturmaya başlayalım. Ama lütfen dikkat: Zen oturuşu dizleri acıtabilir, ama zihni hafifletir.
Zen’in Kökeni: Duvara Bakıp Aydınlanan Adamdan Instagram Reels’e
Zen’in doğduğu yer aslında Hindistan’daki Budizm. Ama bu bebek orada çok uzun kalmamış, büyümek için Çin’e, sonra da Japonya’ya göç etmiş. Zen’in atası sayılan kişi: Boddhidharma. Evet, adı biraz karmaşık ama hikâyesi daha da ilginç. Bu adam, M.S. 6. yüzyılda Çin’e gidiyor ve Shaolin Tapınağı’na yerleşiyor. Orada tam dokuz yıl boyunca bir duvara bakarak meditasyon yapıyor. Evet, bildiğiniz duvar. Ne Netflix var, ne kahve molası. Sadece sessizlik, nefes ve boşluk. Bugün biri bunu yapsa ya YouTube'da viral olur ya da “duvara bakan adam” başlığıyla haberlere çıkar.
Boddhidharma’nın felsefesi şuydu: “Aydınlanma kitapla, sözle, lafla olmaz. Sadece doğrudan deneyimle olur.” Yani Zen, baştan beri susmayı, deneyimlemeyi ve derin düşünmeyi tercih etmiş. Modern insan için kabus gibi: Ne anlatmak var ne açıklamak. Düşünsenize, bir soru soruyorsunuz, hoca sadece size bakıyor... ve sonra gidip çay demliyor. İşte bu, bir tür Zen cevabı.
Çin’de bu öğretiye Chan denmiş. Japonlar ise “Chan” demek yerine “Zen” demeyi daha kolay bulmuş. “Zen” kelimesi Japoncada “meditasyon” anlamına geliyor.
Ama bildiğin “sessizce otur” tarzı değil — bu, düşünceleri izlerken göz kırpan bir meditasyon.Sonra Batı dünyası bu kavramı keşfetmiş ve ne olmuş dersiniz? “Zen dekorasyon”, “Zen bahçesi”, “Zen modası”, “Zen gibi yaşa” gibi her yere bulaşmış. Yani Boddhidharma duvara bakarak başlattı, biz bugün o duvarı Instagram filtresiyle süsleyip paylaşıyoruz.
Ama işin özü hâlâ aynı: Dışarıdan değil, içeriden bakmak. Kitapları değil, nefesi okumak. Bilgiyi değil, farkındalığı çoğaltmak.
Zen’in Amacı Nedir? – “Hiçbir Şey Olmadan Her Şeyi Olmak”
Pek çoğumuzun hayatta bir amacı vardır: mutlu olmak, başarılı olmak, üç vakte kadar zengin olmak, tatilde wifi çekmeyen bir yere kaçmak… Peki Zen’in amacı ne?
Cevap basit: hiçbir şey.
Ama bu “hiçbir şey” öyle boş bir ‘hiçbir şey’ değil. Bu, içi dopdolu bir “hiç.” Farkında mısınız, iş giderek daha karışık hâle geliyor. İşte bu da Zen’in amacıyla ilgili ilk ders: kafa karışıklığını kabullenmek.
Zen, “Satori” denilen ani bir aydınlanma hâlini hedefler. Ama bu, kafanın üstünde parlayan bir ampul değil. Daha çok, bir gün çay içerken aniden fark ettiğiniz şu düşünce gibi:
“Ben aslında hep buradaydım ama hiç burada olmamışım.”
Zen pratiği, “an’da olmak” sanatıdır. Ama buradaki “an” Google Takvim’e sığmaz. Zen’de gelecek yoktur, geçmiş yoktur, yapılacaklar listesi hiç yoktur (evet, yapılacaklar listenizi yırtabilirsiniz). Amaç, sadece “olmak”tır. Yani sandalyeye oturup oturduğunu fark etmek bile başlı başına bir başarıdır. Tabii bunu ofiste yaparsanız, “İyi misin?” diye soranlar olabilir, o başka mesele.
Zen, içsel gürültüyü susturmayı hedefler. Zihin dediğimiz şey, sürekli konuşan, yorum yapan, etiket yapıştıran, hatta bazen çamaşır yıkarken bile “Ben neden hâlâ evlenmedim?” diye soran bir radyo gibidir. Zen, o radyonun fişini çekmez; sadece sesini kısmayı öğretir.
Bir nevi “zihnin boş modda çalışması.”
Yani Google açık ama hiçbir şey aratmıyorsun.
Bu noktada bilimin sözü geçiyor:
Stanford Üniversitesi’nde yapılan bir araştırma, düzenli meditasyon yapan bireylerin stres hormonu kortizol seviyelerinde ciddi düşüş olduğunu gösteriyor. Yani “Zen gibi olmak” sadece ruhsal değil, biyolojik olarak da iyi geliyor. Beyindeki gri madde artıyor, odaklanma becerisi gelişiyor, anksiyete azalıyor.
Kısacası Zen, size sadece “hiçliği” değil, aynı zamanda biraz da beyin kası kazandırıyor.
Zen Felsefesi: “Düşünmeden Anlamak, Anlamadan Yaşamak”
Zen felsefesi, mantıkla değil, doğrudan deneyimle ilgilenir. Yani onu anlamaya çalıştıkça kafanız daha çok karışabilir. Ama işin güzel tarafı da bu: Zen’de kafanızı karıştırmak, aydınlanmaya yaklaştığınız anlamına gelir.
Evet, çok garip. Ama hoşunuza gitmedi mi biraz?
Zen ustaları, öğrencilerini akıl yakan sorularla büyütür. Bu sorulara Koan denir. Ama öyle “Bu üçgenin hipotenüsü kaçtır?” türünden değil. Daha çok şöyle şeyler:
“İki el çırparsa ses çıkar, peki tek el çırparsa ne olur?”
“Gerçek yüzünü göstermeden önce annen kimdi?”
“Bir Buda’yı yolda görürsen onu öldür.”
Bu cümleler ilk bakışta saçmalık gibi gelir. Hatta bazıları sizi düşündüğünüz için sinirlendirir. Ama Koan’ların amacı, mantığı kilitleyip sezgiyi devreye sokmaktır.
Yani bazen anlamak için anlamamayı kabullenmeniz gerekir.
(Burada aklıma geleni söylemeden geçemeyeceğim “12 yıl boyunca hep ‘cevap doğru mu?’ diye yetiştirilmiş bir nesle, ‘sorunun anlamı yok’ demek biraz zor tabii.”)
Zen ustaları bu Koan’lara öyle ciddiyetle cevap vermezler. Hatta bazen cevap bile vermezler. Öğrenci sorar:
— “Usta, aydınlanma nedir?”
Usta bakar…
…ve sopayla yere vurur.
Veya kapıyı kapatıp çay demlemeye gider.
(Çay, Zen’de ciddi bir şeydir. Bir Koan kadar öğretici olabilir.)
Zen’in felsefesi, “doğrudan gösterme” üzerine kuruludur. Tıpkı bir manzarayı anlatmaya çalışmak yerine elini uzatıp “Bak, işte orada” demek gibi. Ama biz modern insanlar olarak, o parmağın ucuna değil, parmağın tırnağına bakıyoruz çoğu zaman.
Sonuç?
Zen bize şunu hatırlatır:
Zihnin sessizleştiği yerde gerçek bilgi ortaya çıkar.
Ama sessizlik her zaman huzur dolu olmak zorunda değil. Bazen öyle bir sessizlik olur ki, beyniniz bağırmaya başlar. İşte Zen, o sessiz çığlıkla dost olmayı öğretir.
Zen Neden Bu Kadar Popüler Oldu? – Modern Çağın Tuhaf Çığlığı: “Biraz Sakin Ol!”
Zen bir anda moda olmadı. O, binlerce yıllık bir içsel sessizliğin sesi. Ama modern çağın kaosu sayesinde bu sessizlik, bir anda spot ışıklarının altına alındı. Çünkü günümüz insanı, sabah kalkıp meditasyon yaparak değil; Instagram’da meditasyon yaptığı pozu paylaşarak başlıyor güne. Zen de bu furyaya dahil oldu — ama kendi tarzıyla.
Neden bu kadar popüler oldu, derseniz…
Çünkü modern insan, sürekli bir şey olmak zorundaymış gibi hissediyor. Daha üretken, daha mutlu, daha başarılı, daha fit… Ve bu “daha”ların arasında biri çıkıp diyor ki:
“Hiçbir şey olma. Sadece nefes al.”
E doğal olarak insanlar önce bir duraksıyor: “Şaka mı bu?”
Sonra bakıyorlar ki, cidden bir huzur var. En azından, fatura ödemek zorunda olmadığın bir 10 dakika…
Zen, günümüz dünyasında bir tür psikolojik detoks halini aldı.
Zihin, tıpkı bir internet tarayıcısı gibi. Sürekli sekmeler açık, bazıları donmuş, bazıları çöküyor, bazıları da “Hâlâ burada mıyız?” diye soruyor.
Zen diyor ki: “Tüm sekmeleri kapat. Sadece ana ekran da kal.”
(Düşünsenize: Meditasyon, beynin “Ctrl+Alt+Del” kombinasyonu gibi.)
Ayrıca bilim de Zen’in arkasında duruyor. Harvard, MIT gibi üniversitelerce yapılan çalışmalarda, farkındalık temelli meditasyonun, dikkat eksikliği, depresyon ve kronik stres üzerinde olumlu etkileri olduğu kanıtlandı.
Yani mesele sadece “iç huzur” değil, biyolojik sistem bakımı da var işin içinde.
Tabii ki her şey güllük gülistanlık değil:
“Zen yaşamı” adı altında 5000 TL’lik meditasyon yastıkları, tütsüler, “kendine dön ama kredi kartıyla” temalı seminerler de türedi.
Zen’in sade haliyle pazarlanan bu ‘lüks huzur paketleri’, aslında Zen’in ruhuna pek uygun değil. Çünkü gerçek Zen, yere bir minder atıp nefes almakla başlar — ama gerçekten nefes almakla. Fotoğraf çekerken değil.
Zen’e Başlamak İsteyenler İçin Kısa ve Gülümseten Bir Rehber – "Bir Nefeslik Başlangıç"
Zen’e başlamak için ne Himalayalar’a çıkmanız gerekir, ne Shaolin Tapınağı’na kapanmanız, ne de Japon çay seremonisi uzmanı olmanız. Sadece oturmanız, nefes almanız ve olanı olduğu gibi fark etmeniz yeterlidir.
Kulağa kolay geliyor değil mi?
İşte tam burada Zen hafifçe gülümser…
İşte Zen’e başlamanın birkaç sade ve işe yarar yolu:
1. Sadece oturun.
Hayır, telefonla değil. Kitapsız, kulaklıksız, bildirim sesinden uzak, sadece otur. İster bir sandalye, ister bir minder — fark etmez.
Zen der ki: “Bir dakikalığına hiçbir şey yapmamak, bütün günü kurtarabilir.”
2. Nefesini fark et.
Alışveriş listesi düşünme, eski sevgiliyi de düşünme. Sadece nefesini fark et. Burnundan giren havayı, göğsündeki yükselişi izle.
Eğer düşünceler gelirse (gelecekler), onlara çay servisi yapmadan bırak gitmelerine izin ver.
3. Günlük işlerde farkındalık pratiği yap.
Bulaşık yıkarken sadece bulaşığı yıka. Diş fırçalarken mail okuma. Çay içerken o çayın içinden geçen bin yıllık yaprak öyküsünü düşün.
Yani Zen’in bir başka öğretisiyle: “Yürürken sadece yürü.”
(Türk usulüyle: “Yürü be kardeşim, ama sadece yürü.”)
4. Soru sormaktan korkma, cevapsızlıktan da.
Bazen cevap yoktur. Veya cevap, bizzat sorunun kendisidir.
Zen seni buna alıştırır. Çıldırmadan.
(Hafif bir sinirle aydınlanmak da sayılır.)
5. Kendine gülümse.
Zen ciddi görünebilir ama aslında çok mizahlıdır. Çünkü farkındalıkla yaşamak, hayatın saçmalıklarını sevebilme cesaretidir.
Ve bazen aydınlanma, sabah uyanınca aynaya bakıp şöyle demektir:
“Bugün de buradayım. Nefes alıyorum. Ve bu yeter.”
Bitti. Ama bir şey değişmedi gibi. (Aslında değişti.)
Zen, kim olduğun değil, ne olmadığınla ilgilenir.
O yüzden eğer bazen hiçbir işe yaramadığını hissediyorsan…
Tebrikler, Zen'e ilk adımı atmış olabilirsin!
Unutma, aydınlanma dediğimiz şey bazen büyük bir "Aha!" anı değildir —
bazen sadece “Çayı şekerli mi içiyordum, şekersiz mi?” diye düşündüğün o sessizliktir.
Ve belki de tüm mesele, o çayı gerçekten tadabilmektir.
Yani sen sen ol, ara sıra dur.
Nefes al.
Ve belki de bir Zen ustası gibi hafifçe gülümse:
“Hiçbir şey yapmadım ama çok şey oldu...”
Bu beş dakikada belki fark etmedin, ama zihin o kısa boşlukta kendi kendini tazeledi.
Aydınlanmadın belki ama... en azından birkaç dakika boyunca kimseden kaçmadın.
Tüm bu "zen" olayına girmişken aklıma çocuklar geldi. Peki çocuklar hep "zen" deyse :) onlardan öğrenebilir miyiz?
Zihnimde şekillendirmek şöyle oldu.
Çocuklar Doğuştan Zen Ustası !
“Çocuklar neden bu kadar mutlu?”
İşte bu soru Zen felsefesinin tam kalbine yerleşiyor.
Çünkü çocuklar, Zen'in en temel ilkelerine doğuştan sahip. Şu anı yaşamayı ve olduğu gibi kabul etmeyi bir çocuk kadar iyi yapan başka kimse yok.
Bunu her gün gözlerimizle görüyoruz: Çocuklar, zamanın ne kadar değerli olduğunu zaten biliyorlar.
1. Çocuklar, Zihinsel Yükleri Taşımazlar.
Bir çocuk, sabah uyanıp “Bugün ne kadar üretken olabilirim?” diye düşünmez.
O, sadece sabah uyanır, yere düşen oyun topuna bakar ve oyun oynamak için elinden geleni yapar.
Zihinsel yük yok, sadece anın tadı var. Bir topu yuvarlarken, hayatın anlamını sorgulamak yerine “Bu top gerçekten yuvarlanıyor, harika!” diye hayret eder.
Zen ustalarının en çok vurguladığı şeylerden biri de işte bu: "Her şey olduğunda güzeldir."
Çocuklar bu konuda bir Zen ustası kadar doğal.
2. Çocuklar, Sadeleşmeyi Bilir.
Bir çocuk, bir kalemi alıp bütün gün onunla oynayabilir.
Zen felsefesinin özüdür: Sadeleştikçe derinleşirsin.
Bir çocuk, basit bir şeyle saatlerce mutlu olabilirken, biz yetişkinler her zaman bir şeyler “daha fazlasını” isteriz.
Ama bir çocuk, saatlerce sadece bir yaprakla saatlerce oynayabilir. O “yaprak” onun bütün dünyasıdır.
3. Çocuklar, Zen’in Bilgeliğini Bilmese de Yaşar.
Zen, doğrudan “kabul etmek” ve “olduğu gibi bırakmak” demek.
Ve çocuklar, bu bilgeliği bir şemaya gerek duymadan içselleştirmişlerdir.
Bir çocuk düştüğünde ağlar, sonra kısa süre içinde kaybolan o ağlamayı bırakır ve yeni bir şey keşfeder.
Yetişkinlerse hâlâ düştüklerinde o anın üzerine günlerce düşünürler.
Çocuklar, Zen'in “şu an” felsefesini pratiğe dökerken, bizler bazen buna engel olurlar.
4. Çocuklar, Dünyayı Şaşkınlıkla Karşıladıkları İçin Her Şey Onlar İçin Zen.
Zen'de şaşkınlık, her şeyin yeni ve taze olmasını sağlar.
Çocuklar her gün dünyayı yeni keşfeder gibi bakarlar. Bir çiçeğe, bir buluta, bir böceğe her zaman taze bir gözle bakarlar.
Zihinleri boş olduğu için dünyaya saf bir şekilde bakabilirler.
Zen ustalarının çoğu da aynı şekilde dünya ile etkileşimde bulunur: “Dünyanın ne kadar büyük, ne kadar taze olduğunun farkına varmak.”
5. Çocuklar, “Ben” Dediğinde Hiçbir Şey Aramıyorlar.
Bir Zen ustası, ego konusunda şunu söyler: “Gerçek benlik, kendini ego olmadan bulur.”
Çocuklar bu noktada gerçekten ustadır.
Bir çocuk, egosuz bir şekilde hayal kurar, oyun oynar, ağlar ve güler. “Ben” dediklerinde aslında neyi ifade ettikleri tam olarak belli değildir — çünkü onlar sadece var olmak isterler.
Biz yetişkinler, "Ben kimim?" diye düşünürken, çocuklar “Kimse olmasam da olur” diye rahatlıkla eğlenebilirler.
Sonuç: Zen'i Çocuklardan Öğrenmek evet mümkün 😊
Çocuklar, Zen pratiğini sadece yaşamakla kalmaz, bir Zen ustası gibi de doğal bir şekilde uygularlar.
İster oyuncakla oynarken, ister yere düşüp yeniden ayağa kalkarken, çocuklar anı yaşar, hiçbir şey beklemeden var olurlar.
Ve belki de Zen'in en değerli öğretisi budur: “Hiçbir şey yapmadan her şey olmak.”
Belki de yetişkinliğin yükü, sadece bu basitliği kaybetmekten gelir.
> “Çocuklar her şeyi o kadar basit hale getirebilir ki… Zen'e bile dönüşebilirler.”
Peki buradan gündelik hayata geçelim mi birde ?
Zen ve Gündelik Hayat: Bulaşık Yıkarken Aydınlanmak Mümkün mü?
Zen felsefesi, sadece dağlarda veya sessiz bir tapınakta değil, günlük yaşamın içinde de pratiğe dökülebilir.
Bulaşık yıkarken, çamaşır katlarken, hatta trafik sıkışıklığında bile Zen’i bulmak mümkün. Tabii ki, bunları bir Zen ustası gibi yaparsanız… Ama ciddi olalım:
Kimse bulaşık yıkarken “Aydınlanıyorum!” demez, değil mi?
Ama belki de “aydınlanma” her an, her yerde karşımıza çıkabilir. Gündelik hayatın sıradan anları, aslında en derin Zen pratiği için mükemmel fırsatlar sunar.
1. Zen ve Anı Yaşamak
Zen’in en temel felsefelerinden biri, “şu anı yaşamak”tır. Şu an ne yapıyorsanız, sadece onu yapın.
Bulaşıkları yıkıyorsanız, bulaşıkları yıkayın.
Sürekli “Şu an işim bittiğinde bir kahve içmeliyim” diye düşünüyorsanız, o anı kaybediyorsunuz. Bulaşıklara odaklanın ve onların sıcağını, nemini, tabaktan çıkan buharı hissedin.
“İşte Zen budur!” diye bağırmaya başlamayabilirsiniz, ama bir anda kendinizi “bulaşık yıkama ustası” gibi hissedebilirsiniz. Çünkü o an her şey sadece o bir avuç sabunda gizlidir.
2. Zen ve Sabır: Çamaşır Yıkarken Aydınlanmak
Sabır, Zen’in önemli bir parçasıdır. Ama hepimiz biliyoruz ki… sabırlı olmak bazen gerçekten zordur!
Çamaşırları katlarken düşüncelerinizi kontrol etmek zor olabilir. Bir yandan beyninizde “Çamaşırları katlarken bu kadar mı uzar ya?” derken, bir yandan “Ama Zen diyor ki, her şey yerli yerinde” diye kendinizi motive etmeye çalışıyorsunuz.
İşte o an, Zen’i pratik edebilirsiniz. Çamaşırları katlarken, her hareketi dikkatle yapın.
“Bu hareketin amacı nedir?” diye değil, sadece o hareketin “olduğu gibi olmasına” odaklanın. Her katlama hareketi Zen’in bir parçası olabilir, çünkü basit işlerde de tam dikkatle var olmak gerekir.
3. Zen ve Trafik: Kendi Yolunu Bulmak
Trafikteyken “Bir Zen ustası olamazsam da bir Zen trafikteği olabilirim,” diye düşünmek Zen pratiğinin ta kendisidir.
Kırmızı ışıkta durduğunuzda, derin bir nefes alın ve “şu an burada olmanın” tadını çıkarın. Trafik, genellikle karmaşık ve sinir bozucu olur.
Ama Zen pratikleri, o anı kabul etmeyi öğretir. Trafikte, o anın içinde olmanın huzurunu bulmak, sadece bir şeyin olduğu gibi kabul edilmesidir.
“Neden burada duruyorum?” diye sorgulamak yerine, sadece “Buradayım ve bu an geçecek” diyerek geçirin. Kim bilir, belki bu şekilde trafikte bile bir içsel huzur bulabilirsiniz. ( Belki bir farkındalık olur ve trafikteyken bu yazı aklınıza gelir ve düşünürsünüz)
4. Zen ve Yavaşlık: Kahve İçerken Aydınlanmak
Sabahları, 5 dakika içinde kahvaltı yapmaya çalışan insanlar arasında kahve içmek, bir tür Zen pratiği olabilir.
Ama kahve içerken acele etmeden, her yudumu alırken tadını çıkararak içmek, Zen’in yavaş yaşam felsefesinin tam kendisidir.
Bu basit ve keyifli an, Zen pratiği için mükemmel bir fırsat sunar. Acele etmeden, her yudumun tadını çıkararak kahve içmek, bir Zen pratiği haline gelebilir. Çünkü Zen, sadece büyük meditasyon anlarında değil, en küçük anlarda da sizi bulabilir.
5. Zen ve İlişkiler: Aydınlanmak İçin Birlikte Olmak
Günlük yaşamın içinde, insanlar birbirleriyle çok farklı hızlarda hareket ederler.
Birinin Zen pratiği yapıp diğerinin aceleyle davranması, ilişkilere girmeyen bir hata olabilir.
Zen, başkalarıyla da “şu an” da birlikte olmaya davet eder. Birlikte yemek yerken, bir arkadaşla sohbet ederken, karşılıklı saygı ve huzur içinde olursunuz.
Birbirinizle “tam” olarak var olmak, Zen’in en değerli yönlerinden biridir.
Zen’i Her An Bulmak Mümkün
Bulaşık yıkarken aydınlanmak belki de mümkün değildir, ama Zen pratikleriyle o anı daha huzurlu ve derin bir şekilde yaşayabilirsiniz.
Çünkü Zen, anı yaşamakla ilgilidir. O an ne yapıyorsanız, sadece onu yapın ve her şeyin tadını çıkarın.
Gündelik hayatın sıradan anlarında bile Zen’i bulmak mümkündür.
Ve belki de, en çok gündelik hayatın tam içinde Zen’in derin anlamlarını keşfederiz.
> Yani demem o ki: Ayakkabını bağlarken farkında ol, çayını içerken huzur bul, bulaşık yıkarken aydınlan… Olmazsa da en azından mutfağı tertemiz yapmış olursun!
Yorumlar
Yorum Gönder