İnsan dediğin, doğduğu anda nefes almak için savaşır. Bir bebek ağlarken bile hayatta kalma savaşı verir. Ama büyüdükçe o savaşın yönü değişir. Artık nefes almak yetmez olur; sınırlar çizer, aidiyetler kurar, sahip olduklarını korumaya (hatta genişletmeye)çalışır. Ve bazen bu uğurda elindeki sopayı silaha, öfkesini orduya, korkusunu ideolojiye çevirir.

Bu sorunun cevabı tek değil. Çünkü insan tek bir varlık değil. İçinde hem yaratıcı hem yıkıcı bir zihin taşıyor. Felsefeciler binlerce yıldır bu konuyu tartışıyor:
Hobbes’a göre insan doğası gereği kötüdür ve savaş kaçınılmazdır.
Rousseau ise savaşın, toplumun yapay kurallarından doğduğunu savunur.
Nietzsche, savaşın bir tür güç ve irade göstergesi olduğunu söyler.
Arendt, savaşın modern çağda bir "iktidar oyunu"na dönüştüğünü anlatır.
Ancak felsefe ne derse desin, sokaktaki insan bilir: Savaş, hep zayıfın bedelini ödediği bir güç oyunudur.
İsrail, Filistin : Ne için bu savaş?
İsrail ve Filistin… Yeryüzünün en kadim çatışmalarından biri. Dışarıdan bakıldığında bir toprak kavgası gibi görünür ama içi çok daha karmaşıktır. Kimlik, tarih, inanç, aidiyet ve travmaların birbirine karıştığı bir düğüm.
İsrail bir “güvenlik” hikâyesi anlatırken, Filistin bir “varoluş” mücadelesi verir.
Ama gerçek şu: Her iki tarafta da çocuklar ölüyor, anneler yıkılıyor, şehirler susuyor.
Ve dünya, ekran başından sadece izliyor.
Gerçekten Ne İstiyorlar?
İsrail ve Filistin meselesi artık sadece iki halkın değil, tüm dünyanın vicdanını sınayan bir meseleye dönüştü. Ama ne yazık ki bu vicdan sınavı çoktan kaybedildi.
Filistin, her gün biraz daha yok olan bir halkın hikâyesi. İsrail ise dünyanın en büyük destekçilerini arkasına almış, “güvenlik” bahanesiyle saldırganlaşmış bir güç.
Bu savaş toprak içinmiş gibi görünse de aslında hikâye çok daha eskiye dayanıyor: Kim haklı, kim mazlum, kim suçlu? Bu sorular da giderek bulanıklaşıyor.
Ve burada devreye İran giriyor.
İran, sadece bölgedeki güçlü bir devlet değil; aynı zamanda ideolojik bir kutup. Şii dünyasının lideri gibi hareket ediyor. Filistin’e sözde sahip çıkan ama aslında bu kaosta kendi gücünü büyütmeye çalışan bir aktör. İsrail’e karşı olduğunu her fırsatta dile getiriyor ama bunu barış için mi yapıyor, yoksa kendi “devrim ihracı” anlayışını pekiştirmek için mi?
İran savaş istemiyor gibi görünüyor belki ama sürekli tehdit diliyle konuşuyor. Nükleer çalışmalar, proxy savaşlar, bölge ülkeleri üzerindeki dolaylı etkiler… Bu neyin barışı?
Filistin’i savunuyorum diyerek kendine alan açıyor, İsrail’i bastırıyorum diyerek güç topluyor. Ama bu arada Ortadoğu'da sürekli bir gerginlik hâli yaratıyor.
Ve yine olan halka oluyor.
İran’da kendi halkı açlıkla, baskıyla uğraşırken dış politikada "şanlı duruş" sergilemek ne demek?
İsrail’de barış isteyen insanların sesi neden duyulmuyor?
Filistin’de barış istemek neden ihanet gibi algılanıyor?
Savaş, Kimin Gücü?
Savaş bir güvenlik meselesi mi gerçekten? Yoksa güçlülerin zayıfları kontrol altında tutmak için kullandığı eski bir araç mı?
Modern devletler, savaşı artık yalnızca toprak için yapmıyor. Bugünün savaşları:
Enerji yolları için,
Stratejik üstünlük için,
Küresel pazardaki payını artırmak için,
Ve elbette, iç politikadaki sorunları örtmek için çıkıyor.
Tarihte kaç savaş, gerçekten “zorunlu”ydu?
Ve kaç savaş, halkın değil sadece iktidarın çıkarınaydı?
Bir devlet, savaşı bazen kendi halkına bile karşı yapar. Ekonomik kriz mi var? Dış tehdit gösterilir.
Toplum kutuplaşmış mı? “Birleşelim, düşmana karşı” denir.
Medya susturulmuşsa, savaş kahramanlık olur.
Ve savaş başladığında, kimse nedenini sormaz. Çünkü insanlar korkar. Savaş, sorgulamayı durdurmanın da adıdır.
İsrail, İran ve Büyük Oyunlar
İsrail’in güvenlik politikaları yıllardır askeri güçle tanımlanıyor. Sanki savaşmadan var olamazmış gibi. Savunma refleksi zamanla saldırıya dönüşmüş durumda.
İran ise ideolojik bir vizyonla hareket ediyor: devrim ihracı, direniş ekseni, emperyalizme karşı duruş... Ama bu söylemlerin arkasında:
Bölgeyi etki alanına alma isteği,
Nükleer güç olma arzusu,
Mezhepsel liderlik yarışları var.
Yani iki ülkenin de “barış”la bir derdi yok; “haklı görünmek” gibi bir derdi var.
Filistin bu denklemde bir halk değil, bir araç artık.
Tıpkı Irak’ın “özgürlük” adı altında işgal edilmesi gibi.
Politika, savaşları halk için yapıyormuş gibi görünür ama çoğu zaman halkı harcarak yapar.
Ve Tüm Bu Hesapların Ortasında İnsan
Sonra bir fotoğraf düşer ekrana.
Kumlar arasında bir çocuğun ayakkabısı.
Yıkılmış bir binanın önünde kucağında bebeğini sarmalayan bir anne.
Her şeyin haritasını çizen generallerin, liderlerin, analiz yapan uzmanların unuttuğu bir şey vardır: İnsan.
Savaş, tanklarla değil, önce kalplerle kazanılır derler.
Ama kalpler en çok savaşta paramparça olur.
Hiç tanımadığı bir ülkede, anlamadığı bir sebepten dolayı sevdiklerini kaybeden insanların hikâyesidir savaş.
Hiçbir politik zafer, ölen bir çocuğun gülüşünü geri getiremez.
Hiçbir felsefi tez, bir annenin feryadını susturamaz.
Hiçbir sınır, bir insan hayatından daha değerli değildir.
Umut Gerçekse, Savaş da Bitebilir
Barış romantik bir hayal değil. Savaş ne kadar gerçekse, barış da o kadar mümkün.
Ama barış, kağıtlara imzalanarak değil, insanlar birbirini anlamaya başladığında başlar.
Bir Filistinli çocukla bir İsrailli annenin aynı acıda buluşmasıdır barış.
Bir İranlı gencin, “savaş değil hayat istiyorum” demesidir.
Ve dünyanın dört bir yanında, artık ekrandan kan görmek istemeyen sıradan insanların yavaş yavaş ses çıkarmasıdır.
Devletler savaş çıkarabilir. Ama halklar isterse, barışı da getirebilir.
Çünkü savaş bir “karar”dır. Ve her karar gibi değiştirilebilir.
Bugün ekranlarda sadece savaş var diye yarının da öyle olacağına inanmamalıyız.
Zihinleri savaşla değil, hakikatle beslersek; yalanları değil acıları görürsek; politikayı kör bir bağlılıkla değil sorgulayıcı bir vicdanla izlersek…
O zaman, o meşhur soru gerçek anlamına kavuşur:
“Neden savaşalım ki?”
Tarihsel Örneklerle Gerçeği Görmek
Birinci Dünya Savaşı’nın bahanesi bir suikasttı; ama perde arkasında sömürge paylaşımı, ekonomik rekabet ve güç yarışı vardı.
İkinci Dünya Savaşı, “intikam” duygusuyla başladı; ama ardında yükselen milliyetçilik, ekonomik buhran ve ırkçı ideolojiler vardı.
Vietnam Savaşı, “komünizmi durdurmak” için başladı ama binlerce sivil öldü, ABD halkı savaş karşıtı hareketle uyandı.
Irak’ın işgali, “kitle imha silahları” bahanesiyle yapıldı; sonra o silahların hiçbiri bulunamadı.
Savaşlar hep bir nedenle başlatıldı. Ama geriye yalnızca yıkım, göç, yas ve sessizlik kaldı.
📜 Tarih Bize Ne Anlatıyor?
Savaşlar tarih boyunca sadece toprak ve güç için değil, korku ve algı yönetimi üzerinden de şekillendi. İşte bazı çarpıcı örnekler:
Peloponez Savaşları (MÖ 431-404): Atina ve Sparta arasında geçen bu savaş, sadece iki şehir devleti arasında değil; demokrasi ile oligarşi ideolojileri arasında da yaşandı. Ve sonunda kazanan olmadı. Her iki taraf da tükenmişti.
Haçlı Seferleri (1096–1271): Dini gerekçelerle başlatılmış gibi gösterilen bu savaşlar, aslında Avrupa’nın siyasi gücünü Doğu’ya yayma girişimiydi. Din kullanıldı, halk inandırıldı, ama ardında ticaret yolları ve nüfuz alanları vardı.
Soğuk Savaş (1947–1991): ABD ve SSCB arasında sıcak savaş hiç yaşanmadı ama tüm dünyayı etkileyen onlarca iç savaş, darbe ve propaganda savaşı yaşandı. Bu dönemde “barış” söylemiyle çok savaş yapıldı.
Tarih bize şunu söylüyor:
Savaşlar çoğu zaman haklı değil, sadece iyi pazarlanmıştı.
📊 Bilimsel Gerçekler ve İstatistikler
📌 Harvard Üniversitesi’nin 2012 tarihli çalışması, savaşların %65’inin ekonomik çıkarlarla, %28’inin ideolojik çatışmalarla, sadece %7’sinin ise doğrudan savunma amacıyla başlatıldığını gösteriyor.
📌 Uppsala Üniversitesi Savaş ve Barış Veritabanına göre, 1989’dan sonra iç savaşlar (yani halkın halka karşı kışkırtıldığı savaşlar) büyük oranda arttı. Bu da devletlerin, dış düşman yerine halkın öfkesini kullanmaya başladığını gösteriyor.
📌 UNICEF verilerine göre:
Her 10 savaş mağdurundan 7’si çocuk.
Savaş bölgelerinde doğan çocukların yaşam süresi, diğer ülkelere göre ortalama 18 yıl daha kısa.
2023 itibariyle dünyada savaş nedeniyle evini terk etmek zorunda kalan çocuk sayısı: 43 milyon.
Bu sadece sayı değil. Her biri, bir hikâye. Bir kayıp. Bir susturulmuş hayal.
Ve son olarak ;
"Bir savaşın nedenini anlamak için kimin sustuğuna değil, kimin bağırdığına bakın."
Yorumlar
Yorum Gönder