“Titanic’te Hayatta Kalan Japon: Masabumi Hosono’nun Sessiz Hikâyesi”
1912 yılının o unutulmaz nisan gecesinde, dünyanın en görkemli gemisi “Titanic”, okyanusun karanlık sularına gömülürken her insan kendi kaderiyle baş başa kaldı. Kimi fedakârlığın destanını yazdı, kimi korkunun pençesinde dondu kaldı. Ve bir adam vardı; hikâyesi pek az duyuldu, ama yüreklere işleyen bir ağırlık taşıdı: Masabumi Hosono.
Hosono, gösterişli bir adam değildi. Üniforması, madalyaları ya da asalet unvanı yoktu. O, sıradan bir devlet memuruydu. Londra’daki görevini bitirmiş, memleketi Japonya’ya dönüyordu. Titanic gibi bir ihtişamın içinde, aslında oldukça yalnız ve sıradan görünüyordu. Ama işte kader, en sıradan insanı bile tarihin merkezine koyabilir.
Geminin buzdağına çarptığı o gece, panik güvertelere yayıldığında Hosono’nun kalbi diğer yolcular gibi hızla çarpıyordu. İnsanlar çığlık çığlığa kaçışıyor, anneler çocuklarını filikalara sıkıştırıyor, erkekler kadınları ve çocukları öne itiyordu. “Önce kadınlar ve çocuklar!” emri bir yasa gibi yankılanıyordu karanlıkta.
Hosono o an kendi kendine fısıldadı:
“Benim hayatım… onlarınkinden daha mı değersiz?”
Karanlıkta bir filikanın yanında durdu. Bir an için tereddüt etti. Hayat ile ölüm arasındaki o ince çizgide, kalbinin sesini mi, yoksa toplumun sesini mi dinlemeliydi? O an bir yer boş kaldı… Ve Hosono, içgüdüsünün ona dikte ettiği kararı verdi: Filikaya atladı.
Okyanusun ortasında, dalgaların arasında, ölüm çığlıklarının yankılandığı o karanlıkta hayatta kalmayı başarmıştı. Sabah olduğunda, kurtarma gemisi Carpathia’nın güvertesinde, yaşamın en büyük mucizesini tattı: Yaşıyordu.
Ama işte Hosono’nun gerçek trajedisi, denizin dibinde değil, yeryüzünde başlayacaktı.
Japonya’ya döndüğünde kahraman olmayı bekliyordu. İnsanlara anlatacağı bir mucizesi vardı. Oysa karşılaştığı şey soğuk bakışlar, sert manşetler, kırıcı sözler oldu. Gazeteler onu “Onursuz Hosono” diye damgaladı. İnsanlar, “Kendi canını kurtardı, başkaları öldü” diyerek sırt çevirdi. Devlet memurluğundan kovuldu, çocukları bile okulda “hainin oğlu” diye aşağılandı.
Japon kültüründe onur, hayatın önünde gelir. Bir samuray için, bir asker için, bir memur için… Onur kayboldu mu, geriye yaşamak değil, utanç kalır. İşte Hosono’nun en ağır yükü buydu: O, yaşadığı için utanç duydu.
Yıllar sonra günlüğüne şu satırları yazdı:
“Benim yaptığımı herkes yapardı. Filikaya atladım çünkü yaşamak istedim. O an kahraman olmak değil, ölmemek istedim.”
Ne kadar yalın, ne kadar insanî bir itiraf…
Çünkü insan, kahramanlık hikâyeleri yazmak için değil, çoğu zaman sadece nefes almak için yaşar.
Masabumi Hosono’nun hikâyesi, aslında insanın en çıplak gerçeğini anlatır:
Hayatta kalmak, bazen kahramanlıktan daha ağır bir bedeldir.
Ve bizler hâlâ şunu düşünürüz:
O an, o filikada biz olsaydık… Biz ne yapardık?
Yorumlar
Yorum Gönder