Ana içeriğe atla

Zihin Arşivi



Bazen düşünüyorum da, insan zihni koca bir arşiv odası gibi… Oraya giren her ses, her bakış, her kelime bir köşeye not ediliyor. Ama garip olan şu ki, en çok da küçücük şeyler aklımızda kalıyor. Koca bir konuşmadan değil, belki bir kelimeden inciniyoruz. Saatlerce süren güzel bir günden değil, en son duyduğumuz tek bir cümleden etkileniyoruz. Ve işte, o minicik detay bütün zihnimizi meşgul etmeye başlıyor.

Aslında mesele sadece takılmak değil; mesele, zihnimizin o küçük şeyi sürekli tekrar etmesi. Tıpkı bozuk bir plak gibi aynı cümlenin dönüp dolaşıp kulağımıza çalınması… Ne kadar görmezden gelmeye çalışsak da içimizden bir ses hep oraya geri dönüyor. Çünkü insanın doğasında var: Bir şey bizi yaraladı mı, zihnimiz onun üzerinde düşünerek sanki çözüm bulacakmış gibi oyalanıyor. Ama çoğu zaman çözüm bulmuyoruz; sadece yoruluyoruz.

Üstelik bu noktada başka bir huy devreye giriyor: Her şeyi kendini haklı çıkaracak biçimde görmek.
Yani, ortada belki küçücük bir yanlış anlaşılma var ama biz hemen savunmaya geçiyoruz. İçimizden bir ses diyor ki: “Hayır, sorun bende değil. Onlar yanlış yaptı. Benim söylediklerim doğru.” Bir bakıyorsun, takıldığımız şey büyümekle kalmıyor, üstüne bir de haklı çıkma savaşı başlıyor.

Peki bu bizi nereye götürüyor? Çoğu zaman tartışmalara, içsel huzursuzluklara ve yorgun bir zihne... Oysa hayat, bazen “haklı çıkma çabası” yerine “önemli olan ne?” sorusunu sormayı gerektiriyor. Gerçekten haklı olmak mı değerli, yoksa iç huzurumuzu korumak mı?

Huzur mu, Haklılık mı?

Ben şuna inanıyorum: Küçük şeylere takılmak insan olmanın doğal bir parçası. Ama bunun bizi yönetmesine izin vermek, işte orada sıkıntı başlıyor. Çünkü o zaman hayatın güzelliklerini görmeye gözümüz kalmıyor.

Belki de şöyle düşünmeli: Bize dokunan bir sözün içimizde yarattığı dalgayı fark edelim ama o dalganın içinde boğulmayalım. Kimi zaman gülüp geçelim, kimi zaman “önemli değil” diyelim, kimi zaman da içimizden “Benim değerim bir kelimeyle ölçülmez” diye hatırlatalım.

Sonuçta, insan kalbi biraz narin bir şey; bazen kolayca inciniyor. Ama işin güzelliği şu ki, aynı kalp çabucak iyileşmeyi de biliyor. 🌸

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

AHLAKİ GÖRECELİK (1)

 Öncelikle Merhaba; Beni bu Blogger sayfasını açmaya ve yazmaya iten ve artık bir şekilde içimdeki ve aklımdaki düşünceleri atmak, paylaşmak yalnız olmadığımı bilmek, içimden geçen bu duyguları sadece benim hissetmediğimi bilmek için açmış bulunuyorum. Bir şekilde birşeyler yapmam ve paylaşmam gerekiyordu. Çünkü çevremdeki insanların bu kadar tepkisizligine ve kayıtsızlığına dayanamıyorum.Toplumsal olaylar, günlük yaşamdaki karşılaştığımız fakat herkesle paylaşamadigimiz haksızlık ve insanların davranışları hakkında aslında kafama esen hersey hakkında yazmak istiyorum. Bu blogta öyle edebi şeyler bulamayacaksaniz. Bu blogta yaşayan normal bir insanın düşüncelerini bulacaksınız. Neden kayıtsız kalıyoruz etrafımıza karşı?  Araştırdım, psikolojide bunu yeri neresidir?  Pek çok yazı okudum. Travmalar, stres bozuklukları ve pek çok şeyin sonucunda "şizoid kişilik bozukluğu " olarak karşıma çıktı.Nedir bu şizoid kişilik bozukluğu? Kısaca açıklamam gerekirse; duygusal soğukluk, ...

Gökyüzünden Gelen Hazinenin Hikayesi (Toplanın Altın 'ın hikayesini anlatacağım size) (5)

Milyarlarca yıl önce, sessiz bir evrende  , iki devasa nötron yıldızı birbirine yaklaşmaya başladı.( Yazarken heyecanlandım 😆) Her biri, yıldızların yaşam döngüsünden arta kalan yoğun cisimlerdi. Sessizce ama kaçınılmaz şekilde bir çarpışmaya doğru ilerlediler.  Ve bir gün , o büyük an geldi; yıldızlar birbirine çarptı ve evreni aydınlatan muazzam bir patlama meydana geldi.  Bu patlamaya "kilonova" diyoruz. Ancak sadece bir ışık gösterisi değildi bu, aynı zamanda evrenin en değerli elementlerinden biri olan Altın ' ın doğum anıydı. ( hayırlı olsun nur topu gibi bir Altın madenimiz oldu. ) 😁 Atomlar bu kozmik dans sırasında birleşti,  enerji ve kaosun ortasında altın taneleri oluştu. Sonra, milyonlarca yıl boyunca, bu altın taneleri uzayın boşluğunda sürüklendi. Toz ve gaz bulutlarına karışarak yeni yıldız sistemlerinin ve gezegenlerin oluşumuna katkıda bulundu. Dünyamız da bu kozmik mirastan nasibini aldı. Milyarlarca yıl önce,  dünya' nın yüzeyine çarpan mete...

YAŞAMAK (Acının ve neşenin dansı) (7)

Bazen hayat, iç içe geçmiş zıtlıkların sahnesi gibi gelir insana. Neşe ile hüznün,  umut ile kaderin, başlangıç ile sonun aynı anda var olduğu bir oyun... Bir an gülerken, diğerinde derin bir sessizliğe gömülebiliriz . Acının içinden geçmeden neşeyi, kaybetmeden sahip olmanın değerini,  düşmeden yükselmenin anlamını bilebilir miyiz gerçekten? Yaşamak, sadece nefes almak değil; hissetmek, yaralanmak,iyileşmek bazen tekrar kanamak demek. Mutluluklarımızı büyüten,  hüzünlerimizin gölgesi değil mi zaten? İşte bu yüzden yaşamın karmaşıklığı içinde kaybolurken bile belki de asıl yolculuk tam da burada başlıyordur. Yaşamla ilgili eski zamanlara baktım bu yazıyı yazarken ekleyebileceklerime; Antik yunan'da filozoflar, hayatın anlamını sorgularken bir yandan da onun kaçınılmaz acılarını kabul etmeyi öğütlermiş. (İçinden geçin diyorlar yani) Stoacı, filozof Epiktetos, "Başa gelen şeyler değil, onlara verdiğimiz anlam bizi üzer. " derken, aslında yaşamanın bizim iç dünyamızda şekill...