Aslında mesele sadece takılmak değil; mesele, zihnimizin o küçük şeyi sürekli tekrar etmesi. Tıpkı bozuk bir plak gibi aynı cümlenin dönüp dolaşıp kulağımıza çalınması… Ne kadar görmezden gelmeye çalışsak da içimizden bir ses hep oraya geri dönüyor. Çünkü insanın doğasında var: Bir şey bizi yaraladı mı, zihnimiz onun üzerinde düşünerek sanki çözüm bulacakmış gibi oyalanıyor. Ama çoğu zaman çözüm bulmuyoruz; sadece yoruluyoruz.
Üstelik bu noktada başka bir huy devreye giriyor: Her şeyi kendini haklı çıkaracak biçimde görmek.
Yani, ortada belki küçücük bir yanlış anlaşılma var ama biz hemen savunmaya geçiyoruz. İçimizden bir ses diyor ki: “Hayır, sorun bende değil. Onlar yanlış yaptı. Benim söylediklerim doğru.” Bir bakıyorsun, takıldığımız şey büyümekle kalmıyor, üstüne bir de haklı çıkma savaşı başlıyor.
Peki bu bizi nereye götürüyor? Çoğu zaman tartışmalara, içsel huzursuzluklara ve yorgun bir zihne... Oysa hayat, bazen “haklı çıkma çabası” yerine “önemli olan ne?” sorusunu sormayı gerektiriyor. Gerçekten haklı olmak mı değerli, yoksa iç huzurumuzu korumak mı?
Huzur mu, Haklılık mı?
Ben şuna inanıyorum: Küçük şeylere takılmak insan olmanın doğal bir parçası. Ama bunun bizi yönetmesine izin vermek, işte orada sıkıntı başlıyor. Çünkü o zaman hayatın güzelliklerini görmeye gözümüz kalmıyor.
Belki de şöyle düşünmeli: Bize dokunan bir sözün içimizde yarattığı dalgayı fark edelim ama o dalganın içinde boğulmayalım. Kimi zaman gülüp geçelim, kimi zaman “önemli değil” diyelim, kimi zaman da içimizden “Benim değerim bir kelimeyle ölçülmez” diye hatırlatalım.
Sonuçta, insan kalbi biraz narin bir şey; bazen kolayca inciniyor. Ama işin güzelliği şu ki, aynı kalp çabucak iyileşmeyi de biliyor. 🌸
Yorumlar
Yorum Gönder