Ana içeriğe atla

Kimse kimseye göre degil




Birini anlamak sabır ister.
Ama biz aceleciyiz.
Anlamadan hüküm veriyoruz, duymadan cevap veriyoruz, düşünmeden eleştiriyoruz.
Belki de anlamak değil, haklı çıkmak istiyoruz.
Her tartışmanın sonunda bir taraf değil, bir egonun kazanmasını diliyoruz.
Kendimizi haklı çıkarınca rahatlayacağımızı sanıyoruz ama içimizde hep bir tortu kalıyor.
Çünkü kalpten gelen hiçbir şey, “haklı çıkmak” üzerine kurulu olamaz.

Birini olduğu gibi kabul etmek zor geliyor.
Çünkü bu, kendi doğrularımızdan biraz vazgeçmek demek.
Kendimize çizdiğimiz “doğru” haritasının dışına çıkmak bizi korkutuyor.
Ama hayat, sadece bizim doğru bildiklerimizden ibaret değil.
Ve bunu fark ettiğin an, bir sessizlik kaplıyor içini , güzel bir sessizlik.
Artık herkesin kendince haklı olabileceğini görüyorsun.

İnsanları değiştirmeye çalıştıkça ilişkiler bozuluyor.
Birini “düzeltmeye” çalışmak, onu olduğu hâliyle yeterli bulmadığın anlamına geliyor.
Kimi zaman farkında olmadan sevgiyi bile bu şekilde eksiltiyoruz.
“Ben seni olduğun gibi seviyorum” derken, cümlemizin içinde yüz tane koşul saklı.
Oysa gerçek sevgi, düzeltme isteği taşımıyor.
Sadece var olana yer açıyor.

Bazen susmak gerekiyor.
O sessizlikte bir tür kabulleniş gizli.
“Sen öylesin, ben böyleyim” diyebilmek…
Ve bu cümlenin içinde bir savaş değil, bir huzur barındırmak.

Artık kimseyi bana benzetmeye çalışmıyorum.
Kimseye, “beni anla” demiyorum.
Çünkü herkes kendi kadar anlıyor zaten.
Ve bu da yeterli.

Belki de büyümek, başkalarını değiştirmeye çalışmayı bırakmaktır.
Kendine dönüp “ben neden bu kadar anlatma isteği duyuyorum?” diyebilmektir.
Belki de gerçekten anlamak, hiçbir şeyi açıklamadan sadece dinlemektir.

Sevgiler...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

AHLAKİ GÖRECELİK (1)

 Öncelikle Merhaba; Beni bu Blogger sayfasını açmaya ve yazmaya iten ve artık bir şekilde içimdeki ve aklımdaki düşünceleri atmak, paylaşmak yalnız olmadığımı bilmek, içimden geçen bu duyguları sadece benim hissetmediğimi bilmek için açmış bulunuyorum. Bir şekilde birşeyler yapmam ve paylaşmam gerekiyordu. Çünkü çevremdeki insanların bu kadar tepkisizligine ve kayıtsızlığına dayanamıyorum.Toplumsal olaylar, günlük yaşamdaki karşılaştığımız fakat herkesle paylaşamadigimiz haksızlık ve insanların davranışları hakkında aslında kafama esen hersey hakkında yazmak istiyorum. Bu blogta öyle edebi şeyler bulamayacaksaniz. Bu blogta yaşayan normal bir insanın düşüncelerini bulacaksınız. Neden kayıtsız kalıyoruz etrafımıza karşı?  Araştırdım, psikolojide bunu yeri neresidir?  Pek çok yazı okudum. Travmalar, stres bozuklukları ve pek çok şeyin sonucunda "şizoid kişilik bozukluğu " olarak karşıma çıktı.Nedir bu şizoid kişilik bozukluğu? Kısaca açıklamam gerekirse; duygusal soğukluk, ...

Gökyüzünden Gelen Hazinenin Hikayesi (Toplanın Altın 'ın hikayesini anlatacağım size) (5)

Milyarlarca yıl önce, sessiz bir evrende  , iki devasa nötron yıldızı birbirine yaklaşmaya başladı.( Yazarken heyecanlandım 😆) Her biri, yıldızların yaşam döngüsünden arta kalan yoğun cisimlerdi. Sessizce ama kaçınılmaz şekilde bir çarpışmaya doğru ilerlediler.  Ve bir gün , o büyük an geldi; yıldızlar birbirine çarptı ve evreni aydınlatan muazzam bir patlama meydana geldi.  Bu patlamaya "kilonova" diyoruz. Ancak sadece bir ışık gösterisi değildi bu, aynı zamanda evrenin en değerli elementlerinden biri olan Altın ' ın doğum anıydı. ( hayırlı olsun nur topu gibi bir Altın madenimiz oldu. ) 😁 Atomlar bu kozmik dans sırasında birleşti,  enerji ve kaosun ortasında altın taneleri oluştu. Sonra, milyonlarca yıl boyunca, bu altın taneleri uzayın boşluğunda sürüklendi. Toz ve gaz bulutlarına karışarak yeni yıldız sistemlerinin ve gezegenlerin oluşumuna katkıda bulundu. Dünyamız da bu kozmik mirastan nasibini aldı. Milyarlarca yıl önce,  dünya' nın yüzeyine çarpan mete...

YAŞAMAK (Acının ve neşenin dansı) (7)

Bazen hayat, iç içe geçmiş zıtlıkların sahnesi gibi gelir insana. Neşe ile hüznün,  umut ile kaderin, başlangıç ile sonun aynı anda var olduğu bir oyun... Bir an gülerken, diğerinde derin bir sessizliğe gömülebiliriz . Acının içinden geçmeden neşeyi, kaybetmeden sahip olmanın değerini,  düşmeden yükselmenin anlamını bilebilir miyiz gerçekten? Yaşamak, sadece nefes almak değil; hissetmek, yaralanmak,iyileşmek bazen tekrar kanamak demek. Mutluluklarımızı büyüten,  hüzünlerimizin gölgesi değil mi zaten? İşte bu yüzden yaşamın karmaşıklığı içinde kaybolurken bile belki de asıl yolculuk tam da burada başlıyordur. Yaşamla ilgili eski zamanlara baktım bu yazıyı yazarken ekleyebileceklerime; Antik yunan'da filozoflar, hayatın anlamını sorgularken bir yandan da onun kaçınılmaz acılarını kabul etmeyi öğütlermiş. (İçinden geçin diyorlar yani) Stoacı, filozof Epiktetos, "Başa gelen şeyler değil, onlara verdiğimiz anlam bizi üzer. " derken, aslında yaşamanın bizim iç dünyamızda şekill...