Ana içeriğe atla

KUSUR

Kusur Nedir?

Kusur… Dilimizde kısa bir kelime ama taşıdığı anlam, insanın ruhunda açtığı yer çok geniş. Bir yanımız sürekli fısıldar: “Bir şey eksik.” Aynaya baktığımızda gördüğümüz şey yüzümüz mü, yoksa görünmeyen yaralarımız mı? Kusur dediğimiz şey; burnumuzun fazla büyük, belimizin yeterince ince olmaması, bacağımızın şekli, cildimizin pürüzleri mi gerçekten? Yoksa bütün bunlar sadece görünene yapıştırılmış etiketler mi?

Belki de asıl mesele güzellik değildir,güzel görünmek baskısıdır. Çünkü güzellik, insanlık tarihi boyunca anlamı değişen, kültürden kültüre dönüşen bir fikir. Ama güzel görünmek, yani dışarıya uygun bir görüntü verme kaygısı, çağın en güçlü yüklerinden biri. Kusur da tam burada büyür: İdeal görüntüye uymadığımız her yerde…
Kusur Gerçekten Bizi Tanımlar mı?
Kimi zaman kendimizi beğenmediğimiz için iyi giyinmeye çalışırız. Kimi zaman da paramızın yetmediği şeyleri “kusur” gibi algılarız. Göze hoş gelen kıyafetlerin bile bir standardı vardır ve o standardın dışında kalınca içimizde eski bir tanıdık uyanır: “Ben yetersizim.”
Ama bu gerçekten bir kusur mudur? Yoksa toplum tarafından bize sessizce öğretilmiş bir eksiklik hissi mi?

İnsan, varoluşundan bu yana aynaya sadece yansımasını değil, değerini de sığdırmaya çalışıyor. Belki de bu yüzden kusuru yalnızca fiziksel bir bozukluk değil, değersizlik gibi yaşarız. Oysa kusur, ruhumuzun bir parçası değil; toplumsal beklentilerin üzerimize yapıştırdığı dumanlı bir etiketten ibaret.

Neden Kusurlarımızdan Korkarız?
Çünkü “kusur” kelimesi aslında dışarıya yönelik bir kelimedir.
Korktuğumuz şey kendimiz değil; insanların bizi nasıl gördüğüdür.
 Çoğu zaman, “beğenilmemek” incitir bizi. Beğenilmemek görünmez kalmaktır, fark edilmemektir, sevilmeme ihtimalidir.

Daha çocukken öğreniriz:
“İyi görünürsem kabul görürüm.”
“Uslu olursam sevilirim.”
“Başarılı olursam değerliyimdir.”

Bu öğrenilmiş cümlelerin yanına bir de dijital dünyanın keskin gözleri eklenince, kusurlarımız büyür, büyür, büyür… Sonra biz bile şaşırırız:
“Gerçek beni saklama ihtiyacı nereden çıktı?”

Gerçeğimizi Neden Gizleriz?

Kusurlarımızı saklamak, aslında kendimizi saklamaktır.
Çünkü kusur dediğimiz şeyin çoğu, aslında başkalarına göstermekten çekindiğimiz yaralarımızdır: yorgunluğumuz, kırgınlığımız, çocuksu taraflarımız, güvensizliklerimiz.

Gerçek benliğimizi göstermeye çekiniriz çünkü gerçeklik kırılganlık demektir.
Ve kırılganlık, yanlış ellerde bir silaha dönüşebilir.

Bu yüzden insanlar “güçlü görünen”, “her zaman bakımlı”, “her şey yolundaymış gibi duran” yüzler takar. Fakat içten içe herkes bilir ki kusurlar gizlendikçe büyür, paylaşıldıkça küçülür.

Kusurlarımız bize çok şey anlatır:

Aynaya bakıp rahatsız olduğumuz şey, bazen sadece özgüven eksikliğimizdir.

Bir fotoğrafta hoş durmadığını düşündüğümüz bir yanımız, belki de başkalarının asla fark etmeyeceği kadar küçüktür. 

“Görünmeliyim” isteği, var olma çabamızdır.

Kusur, insan olmanın çıplak hâlidir.
Mükemmel olmadığı için değil, benzersiz olduğu için değerlidir.
Peki Kusurla Ne Yapacağız?
 İlk adım, kusuru düşman olmaktan çıkarmaktır. Onu saklamak yerine anlamak.
Kusurumuz bir eksiklik değil, yaşamdan getirdiğimiz izlerdir.
Her iz, bir hikâyedir. Ve hikâyeler kusursuz olmaz; içlerinde düzensizlik, kırılma, kopukluk, acı… ve güzellik taşırlar.

En büyük özgürlük, kendimizi tüm o “kırık yerlerimizle” kabul edebilmekte saklıdır.

Güzel görünmek değil; kendimizi iyi hissettiren halimizde görünmek en sade gerçekliktir.
Kusurdan korkmak yerine onu taşımayı öğrenmek,işte kendiyle barışmanın başlangıcı budur.
Kendimizi Gizlemeden Var Olabilir miyiz?

En zor sorulardan biridir bu;
Kendimizi saklamadan, kusurlarımızın arkasına sığınmadan, olduğumuz gibi var olabilir miyiz?

Bazen evet…
Bazen hayır…
Ama önemli olan şu ki, kusurlarımızı bastırdığımız her an, kendimizi biraz daha silikleştiriyoruz. Oysa insan, ışığını mükemmelliğinden değil, yarımlarından sızdırır. Bizi kırılgan kılan şeyler, aynı zamanda en gerçek taraflarımızdır.

Kusurlarımızın içinde utanç değil, hikâye var.
Eksiklik değil, iz var.
Çirkinlik değil, insana ait olan bir derinlik var.

Kendinize sorun:
Kusurlarım olmasa ben kim olurdum?
Ve belki de fark edeceksiniz…
Hiçbir kusurun olmadığı bir hayat, hiçbir hikâyesi olmayan bir hayata benzer.

Son söz olarak şunu söylemek isterim:
Kendinizi saklamayın. Dünya, “mükemmel görünen” insanlara değil, sahici yüzünü gösterebilenlere ihtiyaç duyuyor. Kusurlarınız birer ağırlık değil; varlığınızı benzersiz kılan işaretlerdir.
Sevgilerimle...



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

AHLAKİ GÖRECELİK (1)

 Öncelikle Merhaba; Beni bu Blogger sayfasını açmaya ve yazmaya iten ve artık bir şekilde içimdeki ve aklımdaki düşünceleri atmak, paylaşmak yalnız olmadığımı bilmek, içimden geçen bu duyguları sadece benim hissetmediğimi bilmek için açmış bulunuyorum. Bir şekilde birşeyler yapmam ve paylaşmam gerekiyordu. Çünkü çevremdeki insanların bu kadar tepkisizligine ve kayıtsızlığına dayanamıyorum.Toplumsal olaylar, günlük yaşamdaki karşılaştığımız fakat herkesle paylaşamadigimiz haksızlık ve insanların davranışları hakkında aslında kafama esen hersey hakkında yazmak istiyorum. Bu blogta öyle edebi şeyler bulamayacaksaniz. Bu blogta yaşayan normal bir insanın düşüncelerini bulacaksınız. Neden kayıtsız kalıyoruz etrafımıza karşı?  Araştırdım, psikolojide bunu yeri neresidir?  Pek çok yazı okudum. Travmalar, stres bozuklukları ve pek çok şeyin sonucunda "şizoid kişilik bozukluğu " olarak karşıma çıktı.Nedir bu şizoid kişilik bozukluğu? Kısaca açıklamam gerekirse; duygusal soğukluk, ...

"Sil Baştan "

Hayatın en tuhaf yanı, kimseye tek yönlü bir yol vermemesi. Hepimiz sanıyoruz ki bir kere karar verdik mi, ömür boyu aynı rotadan gideceğiz. Oysa hayat, çoğu zaman bir kavşakta karşımıza dikilip “Buraya kadar” diyor. İşte o anlarda kulağımıza çalınan cümle çok tanıdık: Sil baştan başlamak gerek bazen. Ama hemen yanlış anlaşılmasın… Yeniden başlamak romantik bir sahne değil. Toz pembe bir sayfa hiç değil. Daha çok karalanmış defterin içinde boş bir köşe bulup “Buradan devam edeyim” demek gibi. Yeniden başlamak garantili bir başarı vaat etmez. Bazen kurduğunuz hayal söner, bazen çıktığınız yol yarıda kalır. Ama önemli olan tembelliğe sığınmamak, “ben denedim” diyebilmektir. Çünkü kaybetmek, hiç denememekten daha onurludur. Einstein’ın bir sözü vardır: “Ben başarısız olmadım, sadece işe yaramayan on bin yol buldum.” Yeniden başlamak, işte o on bininci denemeyi göze almak demektir. Bu topraklarda yeniden başlamanın en büyük örneğini Mustafa Kemal Atatürk verdi. Bir imparatorluk...

Gökyüzünden Gelen Hazinenin Hikayesi (Toplanın Altın 'ın hikayesini anlatacağım size) (5)

Milyarlarca yıl önce, sessiz bir evrende  , iki devasa nötron yıldızı birbirine yaklaşmaya başladı.( Yazarken heyecanlandım 😆) Her biri, yıldızların yaşam döngüsünden arta kalan yoğun cisimlerdi. Sessizce ama kaçınılmaz şekilde bir çarpışmaya doğru ilerlediler.  Ve bir gün , o büyük an geldi; yıldızlar birbirine çarptı ve evreni aydınlatan muazzam bir patlama meydana geldi.  Bu patlamaya "kilonova" diyoruz. Ancak sadece bir ışık gösterisi değildi bu, aynı zamanda evrenin en değerli elementlerinden biri olan Altın ' ın doğum anıydı. ( hayırlı olsun nur topu gibi bir Altın madenimiz oldu. ) 😁 Atomlar bu kozmik dans sırasında birleşti,  enerji ve kaosun ortasında altın taneleri oluştu. Sonra, milyonlarca yıl boyunca, bu altın taneleri uzayın boşluğunda sürüklendi. Toz ve gaz bulutlarına karışarak yeni yıldız sistemlerinin ve gezegenlerin oluşumuna katkıda bulundu. Dünyamız da bu kozmik mirastan nasibini aldı. Milyarlarca yıl önce,  dünya' nın yüzeyine çarpan mete...