Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Kimse kimseye göre degil

Birini anlamak sabır ister. Ama biz aceleciyiz. Anlamadan hüküm veriyoruz, duymadan cevap veriyoruz, düşünmeden eleştiriyoruz. Belki de anlamak değil, haklı çıkmak istiyoruz. Her tartışmanın sonunda bir taraf değil, bir egonun kazanmasını diliyoruz. Kendimizi haklı çıkarınca rahatlayacağımızı sanıyoruz ama içimizde hep bir tortu kalıyor. Çünkü kalpten gelen hiçbir şey, “haklı çıkmak” üzerine kurulu olamaz. Birini olduğu gibi kabul etmek zor geliyor. Çünkü bu, kendi doğrularımızdan biraz vazgeçmek demek. Kendimize çizdiğimiz “doğru” haritasının dışına çıkmak bizi korkutuyor. Ama hayat, sadece bizim doğru bildiklerimizden ibaret değil. Ve bunu fark ettiğin an, bir sessizlik kaplıyor içini , güzel bir sessizlik. Artık herkesin kendince haklı olabileceğini görüyorsun. İnsanları değiştirmeye çalıştıkça ilişkiler bozuluyor. Birini “düzeltmeye” çalışmak, onu olduğu hâliyle yeterli bulmadığın anlamına geliyor. Kimi zaman farkında olmadan sevgiyi bile bu şekilde eksiltiyoruz. “Ben s...
En son yayınlar

Heşeyi Bilenler Cemiyeti

🪞 Hepiniz Çok Biliyorsunuz Herkesin her şeyi bildiği bir çağdayız. Ekonomi batarsa nedenini sokaktaki manav anlatıyor, eğitim sistemi çökerse çözümünü kuaför söylüyor. Aşkın sırrını ise üç dakika süren bir "Instagram"videosunda öğreniyoruz. Kimse “bilmiyorum” demiyor artık. Çünkü bu çağda bilmemek, neredeyse ayıp sayılıyor. Oysa bazen en bilge cümle, bir omuz silkmesiyle gelen o sade kelimedir: “Bilmiyorum.” Bilmek mi, biliyor gibi görünmek mi? Artık herkesin kendi kürsüsü var: telefon ekranı. (Bknz. Burası da benim kürsüm) Bir tuşla profesör, iki story’le psikolog, üç yorumla politikacı olunabiliyor. Bilgiye ulaşmak kolaylaştıkça, bilgiliymiş gibi davranmak da moda oldu. Okumadan yorum yapan, araştırmadan yargılayan bir ordu gibiyiz ,üstelik kendimizi de çok ciddiye alıyoruz. Kimse farkında değil ama “her şeyi bilen insan” aslında hiçbir şeyi anlamıyor. Konuşmaktan Yorulmayanlar , ( ayyyy ay ki ne ay)  Bir şey dikkatimi çekti: Artık sohbetler yarış gibi. Herkesin “doğru”sun...

Zihin Arşivi

Bazen düşünüyorum da, insan zihni koca bir arşiv odası gibi… Oraya giren her ses, her bakış, her kelime bir köşeye not ediliyor. Ama garip olan şu ki, en çok da küçücük şeyler aklımızda kalıyor. Koca bir konuşmadan değil, belki bir kelimeden inciniyoruz. Saatlerce süren güzel bir günden değil, en son duyduğumuz tek bir cümleden etkileniyoruz. Ve işte, o minicik detay bütün zihnimizi meşgul etmeye başlıyor. Aslında mesele sadece takılmak değil; mesele, zihnimizin o küçük şeyi sürekli tekrar etmesi. Tıpkı bozuk bir plak gibi aynı cümlenin dönüp dolaşıp kulağımıza çalınması… Ne kadar görmezden gelmeye çalışsak da içimizden bir ses hep oraya geri dönüyor. Çünkü insanın doğasında var: Bir şey bizi yaraladı mı, zihnimiz onun üzerinde düşünerek sanki çözüm bulacakmış gibi oyalanıyor. Ama çoğu zaman çözüm bulmuyoruz; sadece yoruluyoruz. Üstelik bu noktada başka bir huy devreye giriyor: Her şeyi kendini haklı çıkaracak biçimde görmek. Yani, ortada belki küçücük bir yanlış anlaşılma ...

"Sil Baştan "

Hayatın en tuhaf yanı, kimseye tek yönlü bir yol vermemesi. Hepimiz sanıyoruz ki bir kere karar verdik mi, ömür boyu aynı rotadan gideceğiz. Oysa hayat, çoğu zaman bir kavşakta karşımıza dikilip “Buraya kadar” diyor. İşte o anlarda kulağımıza çalınan cümle çok tanıdık: Sil baştan başlamak gerek bazen. Ama hemen yanlış anlaşılmasın… Yeniden başlamak romantik bir sahne değil. Toz pembe bir sayfa hiç değil. Daha çok karalanmış defterin içinde boş bir köşe bulup “Buradan devam edeyim” demek gibi. Yeniden başlamak garantili bir başarı vaat etmez. Bazen kurduğunuz hayal söner, bazen çıktığınız yol yarıda kalır. Ama önemli olan tembelliğe sığınmamak, “ben denedim” diyebilmektir. Çünkü kaybetmek, hiç denememekten daha onurludur. Einstein’ın bir sözü vardır: “Ben başarısız olmadım, sadece işe yaramayan on bin yol buldum.” Yeniden başlamak, işte o on bininci denemeyi göze almak demektir. Bu topraklarda yeniden başlamanın en büyük örneğini Mustafa Kemal Atatürk verdi. Bir imparatorluk...

Titanic'te Hayatta Kalan Japon

“Titanic’te Hayatta Kalan Japon: Masabumi Hosono’nun Sessiz Hikâyesi” 1912 yılının o unutulmaz nisan gecesinde, dünyanın en görkemli gemisi “Titanic”, okyanusun karanlık sularına gömülürken her insan kendi kaderiyle baş başa kaldı. Kimi fedakârlığın destanını yazdı, kimi korkunun pençesinde dondu kaldı. Ve bir adam vardı; hikâyesi pek az duyuldu, ama yüreklere işleyen bir ağırlık taşıdı: Masabumi Hosono. Hosono, gösterişli bir adam değildi. Üniforması, madalyaları ya da asalet unvanı yoktu. O, sıradan bir devlet memuruydu. Londra’daki görevini bitirmiş, memleketi Japonya’ya dönüyordu. Titanic gibi bir ihtişamın içinde, aslında oldukça yalnız ve sıradan görünüyordu. Ama işte kader, en sıradan insanı bile tarihin merkezine koyabilir. Geminin buzdağına çarptığı o gece, panik güvertelere yayıldığında Hosono’nun kalbi diğer yolcular gibi hızla çarpıyordu. İnsanlar çığlık çığlığa kaçışıyor, anneler çocuklarını filikalara sıkıştırıyor, erkekler kadınları ve çocukları öne itiyordu....

Güçlü Görünmenin Bir Bedeli Var mı? "Topuklu ayakkabılarla koşmaya çalıştık hep; hem yetişmeye, hem kaçmaya."

Kadın olmak… Kimi zaman sessiz bir direniş, kimi zaman görünmeyen bir yük, çoğu zaman ise kendini kanıtlamaya çalışırken yıpranan bir benlik. Her kadının hikâyesi başka ama ortak bir noktada buluşuyoruz: Güçlü olmak zorundayız. Peki bu, gerçekten bir seçim mi? Yoksa bize giydirilmiş bir rol mü? Gündelik Hayatta Görünmeyen Kadınlık Sabah kahvaltısını hazırlayıp çocukları okula yetiştirip makyaj yaparak işe gitmeye çalışmak... Erkekler için başarı “normal” sayılırken, kadınlar “başarılı kadın” olarak özellikle etiketlenir. Çünkü hâlâ şaşırtıcıdır kadının başarması.  (Ayşe, büyük bir şirkette yönetici. Bir gün toplantıda fikir beyan ederken sözleri arada kaynadı. Aynı fikir beş dakika sonra erkek meslektaşı tarafından tekrarlandığında herkes alkışladı. Ayşe gülümsedi. Alışıktı. O günün gecesi, üç yaşındaki çocuğu ateşler içindeydi. Ayşe sabaha kadar uyumadı.) Sayılarla Kadın Gerçeği Dünya Ekonomik Forumu 2024 Raporu: Küresel cinsiyet eşitliğine ulaşmamıza 131 yıl var. Türk...

🌿 Adı Konulmamış Bir Anlaşma (Doğanın Hikâyesi)

Bir gün, ormanın derinliklerinde bir yaprak rüzgârla savruldu. Hiç kimse o yaprağın düşüşünü önemsemedi. Ama toprak fark etti. Çünkü o yaprak, toprağın besiniydi. Toprak, onu sessizce içine aldı. Çürüdü, ayrıştı, toprakla bütünleşti. Günler geçti. Güneşin ışıltısıyla ısınan yer kabuğunda, bir tohum çatladı. İşte o yaprağın yok oluşu, yeni bir yaşamın başlangıcıydı. O tohumdan çıkan filiz büyüdü. Yağmurun damlalarıyla beslendi, kuşların ötüşlerini dinledi, güneşle dans etti. Onun gölgesinde bir tilki uyudu, dalında bir kuş yuva yaptı. Bir gün, filizin etrafına başka ağaçlar da geldi. Kimse onlara “toplanın” demedi. Ama bir bağ vardı aralarında. Sessiz ama güçlü bir anlaşma: Birlikte yaşarsak ayakta kalırız. Ağaçların kökleri, toprağın altında birbirine dokunuyordu. Gözle göremeyeceğimiz incecik mantar lifleri aracılığıyla haberleşiyor, zayıf olan ağaca yardım ediyor, fazla besini paylaşıyorlardı. Doğada her şey birbiriyle konuşur. Rüzgar çiçeğe fısıldar, arı çiçe...